İNSAN NELERİ UNUTUR?
İnsan kendini yaşadığı olaylara kaptırıp, iradesini
kullanmazsa asıl dikkatini vermesi gereken konulardan uzaklaşır.
Allah’ın her yönden kendisini sarıp kuşattığını, her an izlediğini,
dinlediğini, yaptığı herşeyin hesabını Allah’a vereceğini, ölümü,
mezarı, cennetin ve cehennemin varlığını, kaderin dışında hiçbir olayın
meydana gelemeyeceğini, karşılaştığı herşeyde bir hayır olduğunu
unutuverir.
Ayrıca insan gaflete düşmeye de müsait bir varlıktır. Yaşamının amacını,
o an göstermesi gereken doğru tavırları unutup, hata yapabilir. Fakat
samimi insanlarda bu unutmalar anlık olur ve hatırladıkları anda hemen
tevbe ederek tekrar Allah’a yönelir, O’nun emirleri doğrultusunda
yaşamlarını sürdürürler. Müminlerin, Allah’a olan duaları Kuran’da şöyle
haber verilmiştir:
… Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma… (Bakara Suresi, 286)
Elbette burada kastedilen unutma, günlük hayatta başınıza gelebilen
sıradan bir unutma değildir. Her insan yapısı gereği bazı şeyleri
unutabilir veya yanılabilir. Ancak kastedilen unutma, insanın birtakım
gerçekleri akledebilecek kapasiteye sahip olmasına rağmen düşünmemesi,
dikkatini vermemesi ve göz ardı etmesi ile ortaya çıkan unutmadır.
Peki insan neleri göz ardı ederek unutur?
YARATICIMIZA KARŞI SORUMLULUĞUMUZU UNUTMAK
Bir insana hayatındaki en önemli şeyin ne olduğu sorulsa buna ne cevap
verir? Önemli olan evi mi, ailesi mi, yoksa işi mi? Ya da bunların
dışında bazı idealleri midir?
Ancak cevabı her ne olursa olsun unutmamalı ki, onun için en önemli olan
şeyden çok daha önemli ve belki de unuttuğu bir konu var…
Bir insanın hayatındaki en önemli konu, kendisini yaratan ve sahip
olduğu herşeyi veren Allah’ı tanımak ve O’na yakın olmak için gayret
etmektir. Ancak insanların büyük bir kısmı bu gerçeği görmezlikten
gelerek yaşarlar. Önünüze çıkan ilk kişiye, hatta karşılaştığınız
herkese hayatlarındaki en önemli ve aciliyetli gördükleri konuları
sorun. Alacağınız cevaplar çoğunlukla dünya hayatına ilişkin olacaktır.
Kuşkusuz insanın unutabildiği en hayati konu, herşeyin bir yaratıcısının
olduğudur. İstisnasız her insan Yaratıcımız olan Allah’a karşı
sorumludur. İnsan bu sorumluluğun sonucu olarak hesap vereceğini ve
cennet ya da cehennem içinde geçireceği sonsuz bir yaşantının kendisini
beklediğini de unutur. Cehennem ateşinin ya da cennet nimetlerinin
varlığı yaşadığımız şu an kadar gerçektir. Ne var ki insanların çoğu bu
gerçeklerden haberdar olmalarına rağmen, bunları kendilerini pek de
ilgilendirmeyen konular olarak görür ve düşünmeyerek gerçeklerden
kaçabileceklerini zannederler.
Peki unutmak, insanı sorumluluktan uzaklaştırır mı? Elbette ki hayır.
İnsan kendisini yaratan Allah’a karşı sorumludur; er veya geç ölümü
tadacak, yapayalnız Rabbimiz’in huzuruna çıkarak hesap verecek ve bunun
sonucunda sonsuza kadar cennet veya cehennemde yaşayacaktır. ”Biz bir oyun ve oyalanma konusu olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık” (Enbiya Suresi,16) ayetiyle
haber verildiği üzere, insan da dahil olmak üzere var olan herşey bir
amaç üzerine yaratılmıştır. Dolayısıyla insan başıboş bir varlık
değildir; ancak ”Allah’a kulluk etmek” (Zariyat Suresi, 56) için
yaratılmıştır. Ama kişi günlük işlerin koşuşturmasına kapılıp, aklını
kullanmazsa bu büyük gerçeği unutabilir. Yalnız çevrelerindeki olaylar
ve varlıklar üzerinde derin derin düşünenler bu önemli sonuca
ulaşabilirler.
Nefsinden uzak yaşayan ve vicdanını kullanan biri, Allah ile yakınlığın
önemini hemen fark eder ve Allah’a yakınlaşmak için yollar arar. Çünkü
Kuran’da bu emredilmektedir:
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak)
vesile arayın; O’nun yolunda cehd edin (çaba harcayın), umulur ki
kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)
İnsan bilmelidir ki, Allah’ın rızasını kazanmak yalnızca bir sorumluluk
değil, aynı zamanda insana mutluluk ve huzur verecek yegane yoldur.
Allah’ı unutup başka insanların rızasını arayanlar ya da benzeri boş
hedeflere kapılanlar, asla tatmin bulamaz ve mutlu olamazlar. Oysa
Allah’ın rızası, bir insanın kalbinin kendisiyle tatmin bulacağı en
büyük sevinç ve mutluluktur. Çünkü Kuran’daki ifadeyle, kalpler ancak
Allah’ı anmakla tatmin bulur:
…Kendisi’ne katıksızca yöneleni dosdoğru yola yöneltip-iletir. Bunlar,
iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz
olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi,
27-28)
İnsanların Allah’tan uzak yaşamalarının nedeni hem bu
sırrı bilmemeleri hem de dünya hayatının gerçek amacını ve ahiretin
varlığını unutmalarıdır. Oysa Allah’ın ve cehennemin varlığından emin
olan biri Allah’ı hiçbir zaman unutamaz. Herkes bir düşünsün: Cehennem
ateşinin yakınında dünya hayatından sorguya çekilen hangi insan, Allah
dışındaki bir varlığı düşünebilir? Öyle bir anda Allah’tan başka bir
varlığın hoşnutluğu gözetilir mi? O durumda iken başka birinin sevgisi
ve dostluğu aranır mı? Bu durumdayken tanıdığı herhangi birinin fikri
veya kendisine yakınlığı onun için bir önem taşır mı?
Cehennem ateşini gören kişiler için dünyada sahip oldukları mülkün veya
tanıdıkları insanların hiçbir öneminin kalmadığı aşağıdaki ayetlerde
şöyle bildirilmektedir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar
birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık
olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve
kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de. Yeryüzünde bulunanların
tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez).
Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi,
10-15)
DÜŞÜNMEYİ UNUTMAK
İnsan sadece kendi yaratılışını düşünse dahi, Allah’ın ona bağışladığı
nimetlerin farkına varacak ve buna karşılık, Rabbimiz’e olan bağlılığını
göstermek için çaba harcaması gerektiğinin bilincine erişecektir. Öyle
ki, insan daha hiçbir şey değilken, gözle bile görülemeyecek kadar küçük
tek bir hücre olarak hayata başlamış, ardından bu hücrenin bölüne
bölüne milyarlarca kere çoğalması sonucu, tüm organlarıyla mükemmel bir
insan oluvermiştir. Fakat en önemlisi, bu varlık hiçbir şey değilken,
bir can yani ruh kazanmıştır. Bir damla su, et parçasına, ardından da
düşünebilen, konuşabilen bir varlık haline dönüşmüştür; yani Allah
insanı yoktan inşa etmiştir. Fakat böyleyken insanlardan kimileri kendi
yaratılışlarını unutarak Allah’a karşı çarpık misaller getirmeye,
Rabbimiz’i inkar etmeye kalkar. Allah ayetlerinde bu durumu şöyle
bildirir:
Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki:
“Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” De ki: “Onları,
ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin
Suresi, 78-79)
Eğer kişi bu duruma düşmek, Rabbimiz’e karşı nankörlük etmiş olmak
istemiyorsa, o zaman kendini günlük hayatın akışına kaptırmaz,
“düşünmeyi” bırakmaz. Çünkü insan ancak düşünürse Allah’ı hatırlar, O’na
karşı sorumlu olduğunun bilincine varır; ancak düşünürse bu dünyanın
kendisi için çok kısa süreli bir konaklama yeri olduğunu, burada yaptığı
herşeyin hesabını vereceğini hatırlar. Ve ancak düşünürse unutmaz…
Allah insanı, karşısına iki yol çıkararak denemektedir; kişi bunlardan
birini seçmekte özgürdür, ama unutmamalıdır ki bu yollardan birisi
sonsuz azaba, diğeri ise sonsuz mutluluğa gitmektedir…
Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs
germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek
(bir köleye özgürlük vermek)tir. Ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın
olan bir yetimi veya sürünen bir yoksulu. Sonra iman edenlerden, sabrı
birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye
edenlerden olmak.
İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı
Meymene). Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı
Meş’eme). “Kapıları kilitlenmiş” bir ateş onların üzerinedir. (Beled
Suresi, 10-20)
ÖLÜMÜ UNUTMAK
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz
sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de
bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber
verecektir. (Cuma Suresi, 8)
Çevrenize bir bakın; gördüğünüz tüm insanlar, arkadaşlarınız,
akrabalarınız kısaca dünya üzerinde var olan her insan, daha önce
yaşamış milyarlarca insan gibi mutlaka öleceklerdir. Allah bu gerçeği, ”Her nefis ölümü tadıcıdır…” (Enbiya Suresi, 35)
ayetiyle bildirmiştir. Bu kaçınılmaz gerçeği unutmak
insanın düşebileceği en büyük gafletlerden biridir. Oysa ölümü
uzaklaştırmaya asla güç yetiremeyecek olan insan, bilemeyeceği bir
zamanda ve yerde ve herhangi bir nedenle mutlaka ölecektir.
Unutmayın; ne genç ne yaşlı, ne güzel, ne çirkin, ne zengin ne de fakir
olmaları, ne ünleri, ne de mevkiileri bugüne kadar yaşayan insanları
ölümden koruyamamıştır.
Tüm bunları çok iyi bilmelerine rağmen insanların çoğu ölümü pek
düşünmemeye hatta mümkün olduğunca unutmaya çalışarak bu gerçeği göz
ardı ederler. Halbuki bu, kişinin kendini kandırmasından başka bir şey
değildir. O düşünse de düşünmese de bu kaçınılmaz olayları, hiçbir
aşaması eksik kalmaksızın bizzat yaşayacaktır:
O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) “İşte
bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir” (denildiği zaman da). (Kaf
Suresi, 19)
ŞEYTANIN VARLIĞINI UNUTMAK
Şeytan çoğu kişinin zannettiği gibi, hayali bir varlık değildir. Dünyada
imtihanın bir gereği olarak var olan şeytanın faaliyetlerine karşı
dikkatin sürekli açık olması gerekir. Çünkü şeytan Allah’a
başkaldırarak, O’nun kullarını saptıracağına yemin etmiştir. Şeytanın bu
isyanı Kuran’da şöyle anlatılmıştır:
Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil)
verdik, sonra meleklere: “Adem’e secde edin” dedik. Onlar da İblis’in
dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi:
“Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan
neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın,
onu ise çamurdan yarattın.” (Allah) “Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen
senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.” O
da: “(insanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)”
dedi. (Allah) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi. Dedi ki: “Madem
öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları saptırmak) için
mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.” “Sonra muhakkak
önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım.
Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” (Allah) Dedi: “Kınanıp
alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni
izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.” (Araf Suresi, 11-18)
Yukarıdaki ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi, şeytan insanın apaçık
düşmanıdır. Tüm insanlara düşman olan bu varlık, size de sürekli kuruntu
ve vesvese vermeye, sizi doğru yoldan saptırmaya çalışacaktır. Fakat
burada önemli bir nokta vardır; şeytanın en büyük amacı yukarıdaki
ayetlerde de ifade edildiği gibi tüm insanları kendi yoluna uydurmaktır.
Kovulmuş şeytan, çok sayıda kişiyi cehenneme sokana kadar rahat
etmeyecektir.
Şeytan, Allah’ın mümin olarak yarattığı bir kulu saptıramaz. Tabii ki
müminler hata yapabilirler. Ancak hiçbir zaman Allah’ın rahmetinden
umutlarını kesmezler. Şeytanın etkisini fark ettiklerinden hemen Allah’a
sığınıp tevbe ederler. Şeytanın saptırma etkisinin kimler üzerinde
olacağı Kuran’da şöyle açıklanmıştır:
Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler
üzerinde onun (Şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun
zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak
koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)
Ahireti unutturmayı başardığı insanları yaşamları boyunca gelecek
endişesi içinde yaşatmaya çalışır. Bu şekilde yaşayan insanlar herşeyin
Allah’ın kontrolünde olduğundan habersiz, Allah’ın kendileri hakkında
bir iyilik dilediğinde kimsenin buna engel olamayacağından ise tümüyle
gafildirler. İçinde bulundukları gaflet onları Allah’a karşı her türlü
suçu işlemeye iter:
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı
emrediyor. Allah ise, size Kendisi’nden bağışlama ve bol ihsan (fazl)
vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi,
268)
Üstelik şeytanın en önemli taktiği tüm bunları yaparken insanlara sinsice yaklaşmasıdır. Allah Kuran’da şeytan için, “’Sinsice,
kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran’ vesvesecinin şerrinden. Ki o,
insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu
fısıldar);” (Nas Suresi, 4-5)şeklinde bildirmiştir. Ayette de
açıkça bildirildiği gibi insanlara sinsice yaklaşan şeytan onları boş ve
amaçsız işlerle oyalarken, yaptıkları kötülükleri de kendilerine çekici
ve süslü gösterir:
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez
miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta
olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 43)
Şeytan tüm insanlık tarihi boyunca yaşayan herkese farklı yönlerden
yaklaşmıştır. Örneğin, dinden uzak yaşayan bir kimsenin, daha da
uzaklaşmasını sağlayacak yöntemler kullanarak, onu tamamen dünya
hayatına yöneltir, Allah’a karşı hesap vereceği günü unutturur ve
böylece ömür boyu dinden uzak tutar.
Allah’a teslim olmuş, sabah akşam O’nu zikreden, yeryüzündeki her olayın
Allah’ın kontrolünde olduğunu bilen ve ihlasla Rabbimiz’e yönelen
müminler şeytanın etkilerine karşı güçlüdürler. Bunu bilen şeytan insana
özellikle Allah’ı unutturmaya çalışır. Ve Allah’tan korkup
sakınmayanlar üzerinde de kesin bir etkisi olur:
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın
zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin;
şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
(Mücadele Suresi, 19)
Şeytan zannedildiği gibi, zaman zaman ortaya çıkan bir varlık değildir.
Onun sinsi mücadelesi siz nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın,
yaşadığınız müddetçe devam eder. Şeytanın varlığını unutan bir insan,
onun telkinlerinin kendi kafasından geçen düşünceler olduğunu
zannedebilir. İçinde sürekli isyanı ve kötülüğü fısıldayan sesin,
şeytana ait olduğunu kavrayamayabilir. Ancak Allah’ın salih kulları, bu
sesin, şeytana mı yoksa kendi vicdanlarına mı ait olduğunu kolaylıkla
teşhis edebilecek bir akla ve anlayışa sahiptirler. Allah şeytanın
vesveselerinden ve sinsi fısıltılarından korunmanın yolunu onlara şöyle
bildirmiştir:
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva)
gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah’tan)
Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler
(Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir.
(Araf Suresi, 200-201)
Şeytanın insanlar üzerinde etkili olabilmek için kullandığı ve sıklıkla
başvurduğu yöntemlerden biri başta da bahsettiğimiz ‘unutturma’dır. Bu
yüzden şeytan insana, Allah’a karşı sorumlu olduğu her konuyu unutturmak
için çabalar. Allah’ın her yanımızdan sarıp kuşattığını, kadere tabi
olduğumuzu, öleceğimizi, Allah’a hesap vereceğimizi unutturarak
yapacağımız hayırları engellemek ister.
İnananlar ise, “Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah’a sığın…” (Fussilet Suresi, 36) ayetinde
emredildiği gibi şeytana karşı her an teyakkuzdadırlar, onun sesine
kulak vermez ve Allah’a sığınırlar. Çünkü bilirler ki, eğer
kışkırtmalarından Allah’a sığınıp şeytanın yolu kapatılmazsa, insan onun
her telkinine açık hale gelebilir. Böylece şeytan kendisine uyanların
dostu olur ve kişiyi Allah’tan, O’nun zikrinden tamamıyla uzaklaştırır:
Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir
şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın
dostudur. (Zuhruf Suresi, 36)
Dünya hayatı sona erdiğinde şeytanın kendisine uyanları nasıl yüzüstü
bırakacağı, onları nasıl aldattığını açıklayacağı Kuran’da
bildirilmiştir:
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: “Doğrusu, Allah, size
gerçek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size
yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca
sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz
kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak
değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım.
Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır.” (İbrahim Suresi, 22)
Ve şüphesiz kaypak karakterli şeytana uyanlar hesap günü nasıl bir
yanılgı içinde yaşadıklarını anlayacaklardır. Dünyadaki yaşamları
boyunca Allah’ı unutup, O’nun gösterdiği doğru yola uymadıkları için
büyük bir pişmanlık içine düşeceklerdir. Ama artık iş işten geçmiştir ve
şeytan onları yapayalnız bırakmıştır:
O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: “Ah
keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım,” “Vah yazıklar bana,
ne olurdu da filanı dost edinmeseydim.” “Çünkü o, gerçekten bana
geldikten sonra beni zikirden (Kuran’dan) saptırmış oldu. Şeytan da
insanı ‘yapayalnız ve yardımsız” bırakandır.” (Furkan Suresi, 27-29)
AHİRETİN VE HESAP GÜNÜNÜN VARLIĞINI UNUTMAK
Dünya üzerinde iyi insanlar, kötü insanlar, dürüst kişiler, yalancı
kişiler, Allah’tan korkup sakınanlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar
hep birarada yaşamlarını sürdürürler. Kimi insan Allah’ın hükümlerine
kesin olarak itaat ederken, kimi başkaldırır, kimi ise bir kısmını
uygulayıp bir kısmını göz ardı eder. Elbette bu insanların
karşılaşacakları son da birbirinden tamamen farklı olacaktır. Allah
sonsuz adaleti gereği sayılan tüm bu insanlara hak ettikleri karşılığı
verecektir. Bu kesin vaat Kuran’da şöyle haber verilir:
Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih
amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve
ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. Allah, gökleri ve
yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık
görsün. Onlara zulmedilmez. (Casiye Suresi, 21-22)
İşte Allah’ın insanlara hak ettikleri karşılığı vereceği yer ahirettir.
Bu APAÇIK bir gerçektir. Allah her olayı duyan gören, yapılan her
iyiliği ve her kötülüğü bilendir. Öyleyse Allah’ın sonsuz adaletinin
tecelli edeceği iyi veya kötü yapılan her tavrın karşılığının alınacağı
ahiretin varlığını anlamazlıktan gelmeyin. Ayrıca unutmayın ki, bu
gerçeği görmezden gelmek, “ölünce toprak olacağız” demek insanın din
gününde tekrar yaratılmasını ve hesaba çekilmesini engellemeyecektir.

Belki insan dünya hayatında kendisini kandırabilir. Ahiret gerçeğini
görmezden gelerek, kendince dünyanın tadını çıkarmaya çalışabilir. Belki
kendi kendine söylediği yalanlarla vicdanının sesini bastırabilir. Ama
bu, o kişinin Allah Katı’nda belli olan vakti dolduğunda ölmesini ve
yine Allah Katı’nda belirlenmiş olan bir zamanda tekrar diriltilmesini
engellemez. Anlamak istese de, istemese de mutlaka her insan din gününde
diriltilecek, Allah’ın karşısında durup hesap verecek, sonra
yaptıklarının karşılığını almak için kazandığı ebedi yurda sevk
edilecektir. O gün bu apaçık gerçeği görmezden gelenlerin, kendilerini
kandırarak dünya hayatı ile tatmin olmaya çalışanların sevkedilecekleri
yer cehennemdir. Ve bu yaptıkları vicdansız tavır nedeniyle cehennemi
hak eden insanlar sonsuza kadar oradan çıkamayacaklardır .
Allah Kuran’da bize ahiretin varlığını anlamazlıktan gelen, yeniden
dirilişi inkar eden insanların içinde bulundukları ruh halini,
söyledikleri sözleri, düşüncelerini haber verir. Ve buna karşılık
uğrayacakları sonu da bildirir:
Allah, kimi hidayete erdirirse, işte o, hidayet bulmuştur, kimi
saptırırsa onlar için O’nun dışında asla veliler bulamazsın. Kıyamet
günü, Biz onları yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak
haşrederiz. Onların barınma yerleri cehennemdir; ateşi sükun buldukça,
çılgın alevini onlara arttırırız. Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi
inkar etmelerine ve: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup
ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla
diriltileceğiz?” demelerine karşılık cezalarıdır. (İsra Suresi, 97-98)
Ayette haber verilen sorunun cevabı aslında son derece açıktır: İçinde
yaşadığımız evren Allah’ın muhteşem yaratma sanatının delilleriyle
doludur. Kuşkusuz bu mucizevi yaratılışın sahibi olan, herşeyi yoktan
var eden Allah dilediği anda benzerlerini de yaratmaya kadirdir. Nitekim
Allah Kuran’da, nasıl olacak, nasıl yaratılacak, kim yaratacak gibi
sorularla apaçık ortada olduğu halde ahiret gerçeğini anlamazlıktan
gelmeye çalışan insanlara şöyle seslenmektedir:
Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini
yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre
(ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra
Suresi, 99)
İnsanların çoğu, sonsuz bir adaletin tecelli edeceği ahirette, her
yaptığının hesabını vereceğini ve karşılığını göreceğini unutarak
yaşar..Ahirete inandığını söyler ama ahireti gerçek anlamda düşünmez.
Dünya hayatında yaptığı herşeyin orada karşısına çıkacağını
anlamazlıktan gelir. Ahireti, hesap gününü, cenneti ve cehennemi
Allah’ın Kuran’da bize bildirdiği şekilde değil, kendi olmasını istediği
şekilde yorumlayarak kendisini kandırır.
Oysa Allah bize ahiret hayatını da, hesap anını da, kimlerin cennete,
kimlerin cehenneme gideceğini de tüm detayları ile bildirmiştir. Herkes
din gününde Allah’ın karşısında yapayalnız duracak, dünya hayatı boyunca
yaşadığı her anın hesabını verecektir. Hayatı boyunca her an Allah’ın
rızasını aramış olan kullar cennete gidecek, orada sonsuza kadar
Allah’ın sınırsız nimetleri içinde yaşayacaklardır. Ahireti düşünmeden
dünya için yaşayanlar ise cehenneme gidecek ve orada sonsuza kadar azap
içinde kalacaklardır.
“Allah nasıl olsa beni affeder” diyenler, “kalbim temiz, benden nice
kötü insanlar var” diye iddia edenler, kimseye bir zararlarının
dokunmadığını bundan dolayı cennete gideceklerini savunanlar, sadece
belirli ibadetleri yaparak kurtulacaklarını sananlar, aslında gerçeği
bildikleri halde kendilerini kandırarak doğruları görmezden gelmeye
çalışmaktadırlar. Nitekim Allah her ne kadar bahaneler öne sürerek
anlamamaya çalışsalar da insanların aslında doğruların farkında
olduklarını şöyle bildirmiştir:
O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca
Rabbi’nin Katı’dır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve
erteledikleri şeylerle haber verilir. Hayır; insan, kendi nefsine karşı
bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi,
12-15)
Allah’ın ayette bildirdiği gibi her insan kendine basirettir. Her insan
doğruları bilir. Bu sebeple mazeretler ortaya atarak gerçekleri
anlamazlıktan gelmeye çalışmak anlamsızdır.
Kendisinden daha kötü insanların olması din gününde hiç
kimseyi kurtarmaz, babasının ya da dedesinin dindar olması, bir iki
fakire para vermek ya da Allah için hiçbir amel yapmadan “ben
müslümanım” demek de insanı kurtaramaz… Diğer insanlar ne yaparsa
yapsın, herkes kendi yaptıklarından sorumludur, tek başına Allah’ın
karşısında duracak ve yaşadığı her anın hesabını tek başına verecektir.
Kendince çok işinin olması, kendi bakış açısına göre iyi olması, “ekmek
parası kazanmak”, çocuklarına bakmak zorunluluğu taşıması, kendince
faydalı bir mesleğe sahip olması, veya yine kendi bakış açısına göre
yaptığı işlerin Allah için yapılacak ibadetlerden daha önemli olması da
kişiyi kurtarmaz. Çünkü neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin insana
ahireti kazandıracağı ya da neyin kaybettireceği Kuran’da yazılıdır.
Kuran dışı ölçüleri alarak cennete gideceğini savunanlar, dini yaşamak
için yaşlanmayı bekleyerek vakit kaybedenler, ortaya sundukları
bahanelerle hem kendilerini kandırıp hem de diğer insanları aldatmaya
çalışanlar, unutmamalıdırlar ki burada öne sürdükleri mazeretler
ahirette onları kurtarmaya yetmeyecektir.
Burada anlattıkları yalanlar Rahman olan Allah’ın
huzurunda hiçbir işe yaramayacak, hatta bu insanların din gününde
konuşmalarına dahi izin verilmeyecektir. O gün gerçekleri görmezden
gelerek Allah’ın sınırlarını korumayan, Allah’ın emirlerini yerine
getirmeyen insanlar pişmanlıklarını şu şekilde ifade edeceklerdir:
O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak
(bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: “Keşke hayatım için, (önceden
bir şeyler) takdim edebilseydim.” Artık o gün hiç kimse (Allah’ın)
vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz.
(Fecr Suresi, 23-26)
O gün yaşanacaklar, başta da belirttiğimiz gibi, herşeyi bilen ve gören
Allah’ın sonsuz adaletinin bir gereğidir. O gün Allah vicdanlarını
kullanan kullar ile vicdanın sesini bastırarak gerçekleri görmezden
gelen kullarını kesin olarak ayıracaktır. Siz de böyle bir pişmanlık
yaşamamak için ahirete hazırlık yapın, burada yaptığınız her hazırlığın
karşınıza çıkacağını unutmayın. Ve sakın bu gerçekleri anlamazlıktan
gelerek hayatınızı boş ve anlamsız işlerle uğraşarak geçirmeyin.
Bu dünyadaki hayat, ahirete tercih edilmeyecek kadar geçicidir. Deniz
kenarına dizilmiş yalılar, süslü bahçelerin içindeki köşkler, denizi
yara yara giden sürat motorları, yatlar, birbirinden renkli son model
arabalar, gece kulüpleri, eğlence merkezleri, beş yıldızlı oteller,
sağlıklı çocuklar, güzel ve itibarlı eşler… Bu sayılan nimetler
insanlara son derece çekici gelebilir. İnsan bütün ömrünü bunlara sahip
olmaya çalışarak geçirebilir. Ancak insan değil bunların birkaç
tanesine, hepsine de sahip olsa Allah Katı’nda belirli olan süresi
dolduğunda sahip olduklarını bırakarak ahirete gidecektir.
Ölüm melekleri canınızı almaya geldiklerinde, o ana kadar sahip olmak
için bütün gücünüzle uğraştığınız malınızı, mülkünüzü bir daha görmemek
üzere bırakarak bu dünyadan ayrılacaksınız. Tekrar dirildiğinizde ise
artık bambaşka bir mekanda, ahirette Allah’ın karşısında hesap
vereceksiniz. O anda size ne malınızın miktarının, ne kaç çocuk sahibi
olduğunuzun, ne makamınızın, ne tahsilinizin sorulmayacağını unutmayın. O
gün dünyanın en büyük devlet adamlarından, tarih boyunca yaşamış olan
krallara, kraliçelere kadar kimsenin kimseden dünyada maddi anlamda
sahip olduklarından dolayı bir üstünlüğü olmayacak, hiçbir yakın dost,
bir yakın dostu sormayacak, hatta o günün korkusundan dolayı inkar
edenler dünyada sahip olduklarını fidye olarak verip kurtulmak
isteyeceklerdir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz.
Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına
karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;Kendi eşini
ve kardeşini,Ve onu barındıran aşiretini de;Yeryüzünde bulunanların
tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.Hayır; (hiçbiri kabul edilmez).
Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir:Başın derisini
kavurup-soyar.
Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur.
(Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı. (Mearic Suresi, 10-18)
Allah bir ayetinde inkar edenlerin dünyanın tümüne sahip olsalar bile
bunu verip, cehennem azabından kurtulmak isteyeceklerini bildirmiştir:
Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha
zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azabtan (kurtulmak
amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç
hesaba katmadıkları şeyler, Allah’tan kendileri için açığa çıkmıştır.
(Zümer Suresi, 47)
Aslında insan vicdanıyla bunu bir an düşünse rahatlıkla doğruyu
bulabilir. Örneğin bugün dünya üzerinde yaşayan insanlara sahip
oldukları herşeyi vermeleri karşılığında hemen cennete gidecekleri
söylense bunu kabul etmeyecek insan çıkmaz.
Herkes tereddütsüz olarak malını, mülkünü, oğlunu,
makamını bırakır ve sonsuza kadar kalacağı cennete ulaşmaya çalışır.
Aslında insanın sorumluluğu budur. Malını ve canını Allah’a satmak,
dünyada gereksiz hırslara kapılmamak, Allah için yaşamak ve sonucunda
bir mükafat olarak cennete kavuşmak… Fakat, insanları kandıran bunun
hemen olmamasıdır. Geçecek kısacık zaman insanlara uzun gelir. Ve bu
nedenle söz konusu kişiler büyük bir akılsızlık yaparak kısacık bir
hayatı sonsuza kadar kalacakları cennete tercih ederler.
Bir tarafta 60-70 senelik göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zaman, diğer tarafta bitmeyen bir ömür…
Bir tarafta bitmeyen, eşi benzeri olmayan, güzelliklerle dolu, insanın
her istediğinin o anda yaratıldığı bir hayat, diğer tarafta kısa,
geçici, eksik neye elinizi atsanız elinizde kalan, gençliğin,
güzelliğin, hızla akıp gittiği, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın elde
edilen metaların bir türlü insanı tatmin etmediği bir hayat…
Ahiretteki kurtuluş için dünyada gösterilen çabanın ne olması gerektiği
Kuran’da bize haber verilmiştir. Hesap günü insanlar, Allah’a olan
bağlılıkları, korkuları ve bu korkunun getirdiği güzel ahlakları ile
değerlendirilecektir. İnsanların Allah’a içten bağlılıkları onlara fayda
sağlayacaktır. Allah Kuran’da ne malların ne de evlatların kendisine
yaklaşmak için bir yol olmadığını, ancak iman edip salip amellerde
bulunanların cennete gidebileceğini bildirmiştir:
Bizim Katı’mızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de
evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte
onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat
vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
CENNETİN VARLIĞINI UNUTMAK
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün)
yakınlaştırılmıştır. Bu size vaat olunandır; (gönülden Allah’a) yönelip
dönen (İslam’ın hükümlerini) koruyan, görmediği halde Rahman’a karşı
‘içi titreyerek korku duyan’ ve ‘içten Allah’a yönelmiş’ bir kalp ile
gelen içindir. Ona ‘esenlik ve barış (selam)la’ girin. Bu ebedilik
günüdür. (Kaf Suresi, 31-34)
Ayetlerin ifadesiyle “kalınacak yerlerin en hayırlısı” ve “Allah
Katındaki asıl varılacak güzel yer” olan cennete layık olanlar, hesap
gününde hayatları boyunca tüm yaptıklarının içinde yazılmış bulunduğu
amel defterlerini sağ yanlarından alacaklar ve kolay bir hesapla sorguya
çekileceklerdir. Bundan sonra da sonsuza dek büyük bir hoşnutluk içinde
yaşayacaklardır. Allah inananlara bunu Kuran’da birçok ayetle
müjdelemiştir:
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, o, kolay bir hesap
(sorgu) ile sorguya çekilecek, ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş
olacaktır. (İnşikak Suresi, 7-9)
Artık kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: “Alın, kitabımı
okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım.”
Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette. (Hakka
Suresi, 19-22)
Böyle bir yaşamı hak eden müminler orada melekler tarafından ”Selam üzerinize olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin” (Zümer Suresi, 73) denilerek
karşılanacaklardır. Bundan sonra bölük bölük sevk edilerek, esenlik,
güvenlik ve selamla cennete gireceklerdir. Bu durum ayetlerde şöyle
haber verilir:
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde)
odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla
karşılanırlar. Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargah
ve ne güzel bir konaklama yeridir. (Furkan Suresi, 75-76)
Unutmayın ki, ancak kesin bir bilgiyle ahirete iman eden, hesap günü
nedeniyle Rabbimiz’den korkarak salih amellerde bulunan bir kişiyseniz,
böyle bir karşılamayı hak edebilir ve parıltılı bir aydınlık ve sevinç
yurdu olan cennetle ödüllendirilmeyi umabilirsiniz. Allah
cennettekilerin sözlerini bize şöyle bildirmiştir:
“Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz’den
korkuyoruz.” Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve
onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi,
10-11)
Cennet deyince insanların birçoğunun aklına uçsuz bucaksız bir yeşillik,
ırmaklar kısacası yalnızca doğal güzellikler gelir. Fakat cennetin aslı
-size bugüne kadar öğretildiği gibi- bunlarla sınırlı değildir. Cennet,
Allah’ın Kendisi’ne iman edenler için hazırladığı, sonsuz
güzelliklerin, insanın dileyip de arzu edebileceği herşeyin ve hatta çok
daha üstün nimetlerin bulunduğu bir mekandır.
Dünyada gördüklerimizle cenneti hayal ederiz ama
Allah’ın müminler için hazırladığı nimetleri tam olarak kavramak için
bunlar yeterli değildir. Cennetin aslını ancak onunla karşılaşınca kesin
olarak anlayabiliriz. Nitekim bir ayette bu gerçeğe şöyle dikkat
çekilmiştir:
Artık hiçbir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri
için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını
bilmez. (Secde Suresi, 17)
Dünyada maddi ve manevi hoşunuza giden ne varsa en güzeli ve kusursuzu
oradadır. Cennet, büyük mülk ve zenginliklerle dolu, her türlü
güzelliğin ve nimetin hep birarada bulunduğu bir yerdir. İnsanın arzu
ettiği ve görmek isteyip de zevk alacağı herşeyin bulunduğu cennette,
insanların dünyadayken hayal dahi edemeyecekleri güzellik ve nimetler
müminlere sunulmuştur. Allah bir ayetinde cennetle ilgili olarak şöyle
haber vermektedir:
Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. (İnsan Suresi, 20)
Cennette müminlere zevk olarak birçok güzel yiyecek ve içecek sunulur
(Mürselat Suresi, 43). Allah, cennetteki müminlere “istek duyup
arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol” (Tur Suresi, 22), ayrıca
canlarının çektiği kuş etinden (Vakıa Suresi, 21) de sunacaktır. Üstelik
rızıkların bitip tükenmesi de olmayacaktır (Sad Suresi, 54). Kuran’da
altından ırmaklar akan, yemişleri ve gölgelikleri sürekli olan (Rad
Suresi, 35) cennetteki yemyeşil bahçelerde (Rahman Suresi, 64), dalları
devşirmesi kolay meyvelerle yüklü (İnsan Suresi, 14), üstüste dizilmiş
eşsiz meyveleri sarkmış ağaçlar tarif edilmiştir (Vakıa Suresi, 28-29).
Allah’ın cennetle ilgili ayetlerde en çok bahsettiği doğal
güzelliklerden biri de durmaksızın akan sular ve pınarlardır. (Rahman
Suresi, 66)
Ayrıca içinde bozulmayan sudan, tadı değişmeyen sütten ve süzme baldan
içenlere lezzet veren ırmaklar bulunacaktır (Muhammed Suresi, 15).
Cennetteki nimet ve güzelliklerin bir kısmı dünyadakini andırırken bir
kısmı ise daha önce hiçbir insanın görüp bilmediği “çeşit çeşit
inceliklere ve güzelliklere” sahip olacaktır. (Rahman Suresi, 48) Hayal
gücümüzün çok ötesinde, Allah’ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok
güzellik ve nimet cennette müminleri beklemektedir. Çünkü Allah orada
her dilediklerinin onların olacağını müjdelemektedir. (Şura Suresi, 22)
Cennetteki müminler çok güzel meskenlerde yaşayacaklar (Tevbe Suresi,
72), bu meskenlerde özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerinde yaslanarak
oturacaklardır. (Vakıa Suresi, 15-16) Cennette müminlere müjdelenen
diğer nimetlerden bir kısmı da şöyledir:
Çevrelerinde gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır. (İnsan Suresi, 15)
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. (İnsan Suresi, 12)
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil
elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir… (İnsan Suresi,
21)
Elbette dünyada da insan için en büyük nimetlerden biri sevdiği, zevk
aldığı insanlarla beraber olabilmektir. Müminler Allah’a içten bağlı,
takva sahibi kardeşleriyle beraber olmaktan büyük bir zevk alırlar. Bu
fıtratla yaratılan müminler için cennette de sevdikleri bu insanlarla
birlikte yaşayabilecek olmaları son derece büyük bir şevk kaynağıdır.
Üstelik bu birliktelik yıllarla sınırlı değil, sonsuz bir birliktelik
olacaktır. Nitekim Allah salih kullarının cennette de sevdikleri
insanlarla birlikte olabileceklerini şöyle müjdelemiştir:
Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve
soylarından ‘salih davranışlarda’ bulunanlar da (Adn cennetlerine
girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:)
“Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.”
(Rad Suresi, 23-24)
Allah müminlere, cennette nefislerinin arzuladığı şekilde eşler de verecektir. Bu, Kuran’da ”orada onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır…” (Nisa Suresi, 57) ayeti ile bildirilmektedir. Cennetteki eşler, ”Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.” (Vakıa Suresi, 35) ayetinde
bildirildiği gibi, dünya hayatının eksikliklerinden arınmış bir halde
yepyeni bir yaratılışla yaratılacaktır. Allah müminlerin ve eşlerinin
gölgeliklerde ve tahtlar üzerinde yaslanmış olarak ”sevinç ve mutluluk dolu bir meşguliyet” içinde olduklarını bildirmektedir (Yasin Suresi, 55-56).
Cennetteki kullarını nimet üstüne nimetle ağırlayan Allah, herşeyi
insanın en zevk alacağı şekilde yaratmıştır. Orada Allah müminlerin her
dilediklerini yaratarak onları ödüllendirmektedir.“Orada diledikleri herşey onlarındır. Katımız’da daha fazlası da var.” (Kaf Suresi, 35) ayetiyle insanın isteyebileceğinden, hayal edebileceğinden fazlasını cennette vereceğini de bildirmektedir.
Allah cennetini özletmek ve insanların Allah’ın rızasına göre yaşamasını
sağlamak için dünyayı eksikliklerle dolu yaratmıştır. Cennete göre
nimetleri az olan bu dünyanın en önemli eksikliklerinden biri de,
herşeyin bir sonunun olmasıdır. Ayrıca inkarcılara Allah’ın verdiği bir
bela daha vardır ki, dünyaya bağlanıp ahireti unutmaları dolayısıyla,
buradaki en güzel şeylerden dahi bir süre sonra artık bıkarak zevk
alamaz hale gelirler. Oysaki cennet, güzelliklerle dolu olan, bıkmadan
ve yorulmadan tüm bu nimetlerin her birinden en fazla lezzetin alınacağı
bir mekandır. Müminlere aynı dünyada olduğu gibi, cennette de bir
bıkkınlık dokunmayacak ve üstelik hiçbir yorgunluk da kesinlikle
hissetmeyeceklerdir. (Fatır Suresi, 35)
Ancak unutmayın ki, cennetteki bütün nimetlerin de üstünde, en büyük
güzellik, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış olmaktır. Allah’ın hoşnutluğunu
kazanmış olmak, hiçbir maddi güzellikle kıyaslanamayacak bir mutluluk
ve huzurdur müminler için… Kuran’da da bildirildiği gibi ”… Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür…” (Tevbe Suresi, 72)
Cennetteki tüm mükafatlar, Allah’ın hoşnutluğu neticesinde verildikleri
için çok değerlidirler. Allah, cennete layık gördüğü kişinin yaşamı
boyunca yaptığı işlerden hoşnut olmuş, hatalarını bağışlamış ve
kendisini sonsuz olan asıl yaşamında, hoşnut olacağı en güzel mekana
koymuştur. Allah iman edenleri Kuran’da şöyle müjdelemektedir:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve
hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir.
(Fecr Suresi, 27-30)
İşte Allah’ı hoşnut edenlere vaad edilen cennet budur. Bu güzel sonuca
yani cennete yalnızca dünyanın imtihan yeri olarak yaratıldığını bilen,
Allah’ın uyarılarını dinleyen, vicdanına uyan, yalnız Allah’ın rızasına
göre hareket edenlerin ulaşacaklarını asla unutmayın.
CEHENNEMİN VARLIĞINI UNUTMAK
İnsanların çoğu, ahiretin varlığını kabul ettikleri halde cehennemin
nasıl bir yer olduğunu düşünmek istemezler. Çünkü insan orada görülecek
olan şiddetli azabı düşündüğü zaman, korkup sakınması ve hayatını
Allah’ın emirlerine göre düzenlemesi gerektiğini bilir, aksini
uyguladığında ise vicdanı rahatsız olur. Bu vicdan azabından kurtulmak
için cehennemin varlığını göz ardı eder. Cehennemden sadece fıkralarda
ve esprilerde söz ederler. Ciddiyetle söz eden olursa da, “ağzından yel
alsın”, “kapatalım bu konuyu” diyerek, başka konuya geçerler.
Ancak cehennem, varlığı unutulsa da hatırlansa da, gerçektir ve her
şeyden önce Allah’ın sonsuz adaletinin tecelli ettiği bir mekandır.
Elbette dünya hayatı boyunca Allah için yaşayan kullar ile, şeytana
uyan, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, Allah’ın hükümlerini göz ardı eden
zalimler ahirette aynı karşılığı almayacaklardır. Allah salih kullarını
yaptıklarına karşılık olarak içinde ebedi olarak kalacakları cennet ile
ödüllendirirken, inkar edenleri sonsuza kadar cehennemde
cezalandıracaktır.
www.olumkiyametcehennem.com
Allah elbette sonsuz merhamet sahibidir; ama Allah’ı sadece Rahim ve
Gaffar (bağışlaması çok olan) isimleri ile düşünmek O’nu gereği gibi
takdir edememek olur. Çünkü Allah aynı zamanda Kahhar (kahredici)dır,
Muntakim (intikam sahibi)dir. Cehennem ise O’nun inkarcıları
cezalandırmak için bu sıfatlarıyla tecelli edeceği bir mekandır. Yani
insanlar unutmaya çalışsalar da cehennem vardır. Ve tüm inkarcıları,
Allah’ın yolundan başka yol arayanları içinde sonsuza kadar
barındıracaktır.
Kilitlenmiş kapıların ardında yaşanacak cehennem azabı, dünyada asla
tahmin edilemeyecek bir azaptır. Kuran’da bize tarif edildiğine göre,
cehennem; dar, gürültülü, karanlık ve dumanlı bir mekandır. İnsanın
hücrelerini kavuran sıcaklığı, iğrenç yiyecek ve içecekleri ile azabın
en ince ayrıntılarıyla sergilendiği son bir varış yeridir. Cehennemde
her anın çok yönlü işkencelerle dolu olduğu bir hayat söz konusudur.
Cehennem ehlinin gözü, en dehşet verici ve iğrenç görüntüleri görecek;
kulağı korkunç ve acı verici sesler, uğultular, gürültüler, çığlıklar,
inlemeler, haykırışlar duyacak; burnu olabilecek en pis ve tiksinti
verici kokularla dolacak; dili en iğrenç tatları, en dayanılmaz acıları
hissedecek bununla birlikte tüm bedeni yanıp-kavrulacaktır.
Cehennem ehlinin yüzlerini ateş bürüyecek, başları üzerinden kaynar
sular dökülecek, alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacaktır. Ve bu
azapların tamamı hiçbir kesinti ve hafifleme olmadan sonsuza dek
sürecektir.
Alevli ateş insanları her yandan sarıp kuşatacaktır. Allah,
cehennemdekiler için ateşten elbiseler biçildiğini (Hac Suresi, 19),
giyimlerinin katrandan olduğunu (İbrahim Suresi, 50) ifade ederek,
onların azapla ne kadar içiçe olduklarını haber verir. Yanan derilerinin
yerine yenileri yaratılır (Nisa Suresi, 56) ki; böylece ateşin verdiği
acı hiç hafiflemeden devam eder. Bu haldeyken, zincirlere vurulur,
tasmalandırılır, elleri boyunlarına bağlı olarak ateşin en dar ve
sıkışık yerine atılırlar. (Furkan Suresi, 13) Ateşten yataklara
yatırılırlar, üzerlerine örttükleri örtüler bile ateştendir.
Bu azaptan kurtulabilmek için sürekli feryat ederler, yalvarırlar, ama
kendilerine cevap bile verilmez. En azından, bir günlük de olsa azabın
hafifletilmesini isterler, ama yine aşağılanma ve azapla karşılık
görürler.
Korkunç bir homurtuyla kaynayıp feveran eden cehennem ateşinin uğultusu
çok uzaklardan bile işitilecek kadar şiddetlidir. Cehennem ehli,
cehennemde ”cayır cayır yanmakta olan” (Mearic Suresi, 15), “öfkeli, alevleri kabardıkça kabaran” (Leyl Suresi, 14) ateşin içine atılırlar ve çığlık çığlığa yanarlar.
Parmağınızın ucu yandığında bile yoğun bir acı hissettiğinizi
hatırlayın. Ve alevli azabın böylesine şiddetli olduğu bir yere gitme
ihtimalini doğuracak en küçük bir hareketten kaçınmanız gerektiğini bir
an bile olsa sakın unutmayın.