4 Haziran 2012 Pazartesi

İNSAN NEDEN YAŞAR?

manzara
İNSAN NEDEN YAŞAR?
İyi bir okuldan mezun olmak, üniversite sınavında istediği bir bölümü kazanmak, iyi bir evlilik, güzel ve sağlıklı çocuklar, çocuklara iyi bir gelecek hazırlamak, bu arada işinde yüksek bir mevkiye gelmek, isabetli yatırımlar yapmak, ev, iyi bir araba ve yazlık almak, kendisinin ve ailesinin iyi giyinmesini, gezmesini sağlamak, kısaca varlık içinde bir hayat yaşamak… Bunlar tabi ki çok makul ve insani isteklerdir…
Ancak tüm bunları isterken insanın düşünmesi gereken önemli bir soru vardır:
“Hayatımızın gayesi sadece daha iyi yaşamak mıdır?”
Dünyanın her köşesinde farklı kültür ve ortamlardaki insanların çoğu yalnızca bu idealler doğrultusunda yaşarlar. Oysa ayette de bildirildiği gibi insanın dünyada bulunma amacı bunların hiçbiri değildir:
“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı…” (Mülk Suresi, 2)
Dahası bu saydıklarımız insanın temel ideali haline getirilecek konular da değildir; bu talepler ancak insanın Rabbimiz’in rızasını kazanabilmesi için birer araç olabilir. Rabbimiz’in akıl, anlayış ve bilinç vererek nimetlendirdiği insanın dünyada bulunma amacının, sadece iyi bir okuldan mezun olmak ya da iyi bir mevkiye gelmek olmadığı açıktır. Tabi ki bunların tamamı Allah’ın bizlere verdiği birer nimettir, ama insanın Allah’ı ve ahireti unutarak kendisine yalnızca bunları amaç edinmesi hatalıdır.
Allah yaratılışın böyle bir amacının olmadığını Kuran’da şöyle bildirir:
“Biz, bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir ‘oyun ve oyalanma’ edinmek isteseydik, bunu, Kendi Katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık.” (Enbiya Suresi, 16-17)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\AİLE RES\aile6.jpg
Bu düşünceyle basit idealler için yaşamını sürdüren insanlar, dünyayı sadece kendi istek ve tutkularını gerçekleştirebilecekleri bir yer olarak görürler. Bu şekilde kendi nefislerini tatmin etme hırsı ile yaşarlarken yüksek bir kişiliğe, güçlü bir imana ve peygamberlerin taşıdığı üstün ahlaka sahip olma gibi bir arzu duymazlar. Allah’a yakın olma konusunda gerçek anlamda tutkulu bir istek taşımazlar. Bunun sonucunda da davranış ve düşüncelerinde Müslümana has bir olgunluk, itidal ve bunlardan kaynaklanan bir seçkinlik meydana gelmez. Aksine Allah’ın varlığından ve ölümün yakınlığından gafil bir görünüm sergilerler. Allah’ın her an kendilerini görmekte olduğunu ve yaptıklarından haberdar olduğunu unutmuş bir davranış şekli içinde olurlar.
Oysa insan bilmelidir ki gözünü nereye çevirse Yüce Allah’ın varlığının delilleriyle karşılaşır. Allah sonsuz kudreti ile, var olan herşeyi ve herkesi yoktan yaratmıştır. Nitekim insanın Allah’ı tanıması ve O’nun sonsuz kudretini takdir edebilmesi için sadece kendi bedenine bakması yeterlidir. Allah insanı, Kuran’da bildirdiği ifadeyle“en güzel surette” yaratmış (Mümin Suresi, 64), kusursuzca işleyen pek çok sistemi bedenine yerleştirmiştir.
Vicdanlı ve samimi bir insanın yapması gereken, yaratılış amacını düşünmesi ve “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” (Enam Suresi, 162) ayetinde bildirildiği üzere tüm yaşamını alemleri yoktan var eden Yüce Rabbimiz’in bildirdiği şekilde geçirmeye çalışmasıdır.
İDEALLERİ “SADECE YAŞAMAK” OLAN İNSANLARIN BASİT HEDEFLERİ
Küçük yaşlarda pek çok ideali olan bazı insanlar, büyüyüp olgunluk yaşına geldiklerinde artık belli hedeflere ulaşmış, genellikle okulunu bitirip bir meslek edinmiş, evlenip çocuk sahibi olmuş, iman etmedikleri için başka beklentileri, arzuları ve hedefleri kalmamış, şevk ve heyecanlarını kaybetmişlerdir. Artık herkes içinde bulunduğu şartlara ve kültüre göre vakit geçirmekte; herkes kendine göre bir uğraşı bularak, kimi bir kafede, kimi alışverişte, kimi televizyon seyrederek vakit öldürmektedir. Bu insanlar için her gün bir önceki günün aynısı olmakta, böylece bu insanların hepsi birer birer ölümü bekler hale gelmektedirler.
Böyle bir kişi, sabah gözlerini açtığı zaman, bugünün de diğer günlerden bir farkının olmadığını düşünür. Ne var ki beklenilenin aksine bundan şikayetçi de değildir. Çünkü onun yaşadığı her günün hedefi, sadece önünde yaşayacağı vakti en eğlenceli bir biçimde geçirebilmektir.
Bu bakış açısında olan bazı insanların hayattan tek beklentilerinin sadece yaşamak olduğu düşüncesi, sadece yaşlılarda ya da emeklilerde değil, başta da belirttiğimiz gibi toplumun her kesiminde, her yaş grubunda görülebilmektedir. Yaşama amaçları yalnızca “boş vakitlerini sözde daha iyi değerlendirmek” olan bu insanlar, aslında hayatlarından sıkıntı duymaktadırlar.
Her şeyden çok çabuk sıkılan, can sıkıntılarını giderebilmek için sürekli yeni uğraşılar ve farklı heyecanlar arayan bu insanlar, eğlence adı altında yaşamlarını rahatlıkla tehlikeye atabilmekte çoğu zaman güvensiz ve riskli ortamlarda huzuru arayabilmektedirler.
Kısaca, sabah işe gidip akşam dönmek, televizyon programlarını seyretmek ve yemek yiyip, yatmaktan başka yapacak bir işleri ya da hedefleri olmayan insanlarda da tek amaç yaşamayı umdukları hayatı daha zevkli geçirebilmektir.
Ölümü ve ahireti unutarak amaçsızca oyalanan, basitlik olarak nitelendirilebilecek bu kültür içinde yaşayan ve hayattan hiçbir beklentileri kalmayan bu insanların amaçları, “sadece yaşamak”tır. Bunlar hayatlarının amacını vicdanlarında sorgulamayan, ahiretten gafil olan, din ahlakından uzak olarak yaratılış gayelerini düşünmeden yaşayan kimselerdir. Allah’ın rızasını, rahmetini kazanmak, O’nun razı olacağı salih amellerde bulunmak, güzel ahlaklı, vicdanlı insanlarla hayırlarda yarışıp öne geçmek gibi hedefleri olmadığı için kısa ömürlerini rahatlıkla tüketebilmektedirler.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\6-23-07-tablecloth.jpg
Çalışan, çalışmayan, genç, yaşlı, fakir, zengin, kadın, erkek ayrımı olmaksızın, yaratılış amacından uzak olan kimi insanlar kendilerine bu basit ideali edinmişlerdir. Dünyadaki şans oyunlarına olan eğilimin, içki, sigara ve uyuşturucu bağımlılığına olan artışın sebebi de budur.
Yaratılış amaçlarını gözardı ederek bir ömrü Allah’a kulluktan uzak geçirmiş olan, sadece iyi yaşamayı amaç haline getiren bu insanların, ayette bildirildiği üzere ölümün gelmesiyle birlikte hemen şuurları açılmakta ve yaşadıkları hayattan pişmanlık duymaktadırlar:
Der ki: “Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim.” (Fecr Suresi, 24)

İNSAN NELERİ UNUTUR?


İNSAN NELERİ UNUTUR?
İnsan kendini yaşadığı olaylara kaptırıp, iradesini kullanmazsa asıl dikkatini vermesi gereken konulardan uzaklaşır. Allah’ın her yönden kendisini sarıp kuşattığını, her an izlediğini, dinlediğini, yaptığı herşeyin hesabını Allah’a vereceğini, ölümü, mezarı, cennetin ve cehennemin varlığını, kaderin dışında hiçbir olayın meydana gelemeyeceğini, karşılaştığı herşeyde bir hayır olduğunu unutuverir.
Ayrıca insan gaflete düşmeye de müsait bir varlıktır. Yaşamının amacını, o an göstermesi gereken doğru tavırları unutup, hata yapabilir. Fakat samimi insanlarda bu unutmalar anlık olur ve hatırladıkları anda hemen tevbe ederek tekrar Allah’a yönelir, O’nun emirleri doğrultusunda yaşamlarını sürdürürler. Müminlerin, Allah’a olan duaları Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
… Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma… (Bakara Suresi, 286)
Elbette burada kastedilen unutma, günlük hayatta başınıza gelebilen sıradan bir unutma değildir. Her insan yapısı gereği bazı şeyleri unutabilir veya yanılabilir. Ancak kastedilen unutma, insanın birtakım gerçekleri akledebilecek kapasiteye sahip olmasına rağmen düşünmemesi, dikkatini vermemesi ve göz ardı etmesi ile ortaya çıkan unutmadır.
Peki insan neleri göz ardı ederek unutur?
YARATICIMIZA KARŞI SORUMLULUĞUMUZU UNUTMAK
Bir insana hayatındaki en önemli şeyin ne olduğu sorulsa buna ne cevap verir? Önemli olan evi mi, ailesi mi, yoksa işi mi? Ya da bunların dışında bazı idealleri midir?
Ancak cevabı her ne olursa olsun unutmamalı ki, onun için en önemli olan şeyden çok daha önemli ve belki de unuttuğu bir konu var…
Bir insanın hayatındaki en önemli konu, kendisini yaratan ve sahip olduğu herşeyi veren Allah’ı tanımak ve O’na yakın olmak için gayret etmektir. Ancak insanların büyük bir kısmı bu gerçeği görmezlikten gelerek yaşarlar. Önünüze çıkan ilk kişiye, hatta karşılaştığınız herkese hayatlarındaki en önemli ve aciliyetli gördükleri konuları sorun. Alacağınız cevaplar çoğunlukla dünya hayatına ilişkin olacaktır.
Kuşkusuz insanın unutabildiği en hayati konu, herşeyin bir yaratıcısının olduğudur. İstisnasız her insan Yaratıcımız olan Allah’a karşı sorumludur. İnsan bu sorumluluğun sonucu olarak hesap vereceğini ve cennet ya da cehennem içinde geçireceği sonsuz bir yaşantının kendisini beklediğini de unutur. Cehennem ateşinin ya da cennet nimetlerinin varlığı yaşadığımız şu an kadar gerçektir. Ne var ki insanların çoğu bu gerçeklerden haberdar olmalarına rağmen, bunları kendilerini pek de ilgilendirmeyen konular olarak görür ve düşünmeyerek gerçeklerden kaçabileceklerini zannederler.
Peki unutmak, insanı sorumluluktan uzaklaştırır mı? Elbette ki hayır. İnsan kendisini yaratan Allah’a karşı sorumludur; er veya geç ölümü tadacak, yapayalnız Rabbimiz’in huzuruna çıkarak hesap verecek ve bunun sonucunda sonsuza kadar cennet veya cehennemde yaşayacaktır. ”Biz bir oyun ve oyalanma konusu olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık” (Enbiya Suresi,16) ayetiyle haber verildiği üzere, insan da dahil olmak üzere var olan herşey bir amaç üzerine yaratılmıştır. Dolayısıyla insan başıboş bir varlık değildir; ancak ”Allah’a kulluk etmek” (Zariyat Suresi, 56) için yaratılmıştır. Ama kişi günlük işlerin koşuşturmasına kapılıp, aklını kullanmazsa bu büyük gerçeği unutabilir. Yalnız çevrelerindeki olaylar ve varlıklar üzerinde derin derin düşünenler bu önemli sonuca ulaşabilirler.
Nefsinden uzak yaşayan ve vicdanını kullanan biri, Allah ile yakınlığın önemini hemen fark eder ve Allah’a yakınlaşmak için yollar arar. Çünkü Kuran’da bu emredilmektedir:
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cehd edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)
İnsan bilmelidir ki, Allah’ın rızasını kazanmak yalnızca bir sorumluluk değil, aynı zamanda insana mutluluk ve huzur verecek yegane yoldur. Allah’ı unutup başka insanların rızasını arayanlar ya da benzeri boş hedeflere kapılanlar, asla tatmin bulamaz ve mutlu olamazlar. Oysa Allah’ın rızası, bir insanın kalbinin kendisiyle tatmin bulacağı en büyük sevinç ve mutluluktur. Çünkü Kuran’daki ifadeyle, kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin bulur:
…Kendisi’ne katıksızca yöneleni dosdoğru yola yöneltip-iletir. Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 27-28)
İnsanların Allah’tan uzak yaşamalarının nedeni hem bu sırrı bilmemeleri hem de dünya hayatının gerçek amacını ve ahiretin varlığını unutmalarıdır. Oysa Allah’ın ve cehennemin varlığından emin olan biri Allah’ı hiçbir zaman unutamaz. Herkes bir düşünsün: Cehennem ateşinin yakınında dünya hayatından sorguya çekilen hangi insan, Allah dışındaki bir varlığı düşünebilir? Öyle bir anda Allah’tan başka bir varlığın hoşnutluğu gözetilir mi? O durumda iken başka birinin sevgisi ve dostluğu aranır mı? Bu durumdayken tanıdığı herhangi birinin fikri veya kendisine yakınlığı onun için bir önem taşır mı?
Cehennem ateşini gören kişiler için dünyada sahip oldukları mülkün veya tanıdıkları insanların hiçbir öneminin kalmadığı aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de. Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi, 10-15)
DÜŞÜNMEYİ UNUTMAK
İnsan sadece kendi yaratılışını düşünse dahi, Allah’ın ona bağışladığı nimetlerin farkına varacak ve buna karşılık, Rabbimiz’e olan bağlılığını göstermek için çaba harcaması gerektiğinin bilincine erişecektir. Öyle ki, insan daha hiçbir şey değilken, gözle bile görülemeyecek kadar küçük tek bir hücre olarak hayata başlamış, ardından bu hücrenin bölüne bölüne milyarlarca kere çoğalması sonucu, tüm organlarıyla mükemmel bir insan oluvermiştir. Fakat en önemlisi, bu varlık hiçbir şey değilken, bir can yani ruh kazanmıştır. Bir damla su, et parçasına, ardından da düşünebilen, konuşabilen bir varlık haline dönüşmüştür; yani Allah insanı yoktan inşa etmiştir. Fakat böyleyken insanlardan kimileri kendi yaratılışlarını unutarak Allah’a karşı çarpık misaller getirmeye, Rabbimiz’i inkar etmeye kalkar. Allah ayetlerinde bu durumu şöyle bildirir:
Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: “Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?” De ki: “Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin Suresi, 78-79)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\yalnzlk.jpg
Eğer kişi bu duruma düşmek, Rabbimiz’e karşı nankörlük etmiş olmak istemiyorsa, o zaman kendini günlük hayatın akışına kaptırmaz, “düşünmeyi” bırakmaz. Çünkü insan ancak düşünürse Allah’ı hatırlar, O’na karşı sorumlu olduğunun bilincine varır; ancak düşünürse bu dünyanın kendisi için çok kısa süreli bir konaklama yeri olduğunu, burada yaptığı herşeyin hesabını vereceğini hatırlar. Ve ancak düşünürse unutmaz…
Allah insanı, karşısına iki yol çıkararak denemektedir; kişi bunlardan birini seçmekte özgürdür, ama unutmamalıdır ki bu yollardan birisi sonsuz azaba, diğeri ise sonsuz mutluluğa gitmektedir…
Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir. Ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi veya sürünen bir yoksulu. Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak.
İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene). Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş’eme). “Kapıları kilitlenmiş” bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 10-20)
ÖLÜMÜ UNUTMAK
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi, 8)
Çevrenize bir bakın; gördüğünüz tüm insanlar, arkadaşlarınız, akrabalarınız kısaca dünya üzerinde var olan her insan, daha önce yaşamış milyarlarca insan gibi mutlaka öleceklerdir. Allah bu gerçeği, ”Her nefis ölümü tadıcıdır…” (Enbiya Suresi, 35)
ayetiyle bildirmiştir. Bu kaçınılmaz gerçeği unutmak insanın düşebileceği en büyük gafletlerden biridir. Oysa ölümü uzaklaştırmaya asla güç yetiremeyecek olan insan, bilemeyeceği bir zamanda ve yerde ve herhangi bir nedenle mutlaka ölecektir.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\OLUM_0_1127.jpg
Unutmayın; ne genç ne yaşlı, ne güzel, ne çirkin, ne zengin ne de fakir olmaları, ne ünleri, ne de mevkiileri bugüne kadar yaşayan insanları ölümden koruyamamıştır.
Tüm bunları çok iyi bilmelerine rağmen insanların çoğu ölümü pek düşünmemeye hatta mümkün olduğunca unutmaya çalışarak bu gerçeği göz ardı ederler. Halbuki bu, kişinin kendini kandırmasından başka bir şey değildir. O düşünse de düşünmese de bu kaçınılmaz olayları, hiçbir aşaması eksik kalmaksızın bizzat yaşayacaktır:
O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) “İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir” (denildiği zaman da). (Kaf Suresi, 19)
ŞEYTANIN VARLIĞINI UNUTMAK
Şeytan çoğu kişinin zannettiği gibi, hayali bir varlık değildir. Dünyada imtihanın bir gereği olarak var olan şeytanın faaliyetlerine karşı dikkatin sürekli açık olması gerekir. Çünkü şeytan Allah’a başkaldırarak, O’nun kullarını saptıracağına yemin etmiştir. Şeytanın bu isyanı Kuran’da şöyle anlatılmıştır:
Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: “Adem’e secde edin” dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi:
“Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (Allah) “Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.” O da: “(insanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi. (Allah) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi. Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.” “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” (Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.” (Araf Suresi, 11-18)
Yukarıdaki ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi, şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Tüm insanlara düşman olan bu varlık, size de sürekli kuruntu ve vesvese vermeye, sizi doğru yoldan saptırmaya çalışacaktır. Fakat burada önemli bir nokta vardır; şeytanın en büyük amacı yukarıdaki ayetlerde de ifade edildiği gibi tüm insanları kendi yoluna uydurmaktır. Kovulmuş şeytan, çok sayıda kişiyi cehenneme sokana kadar rahat etmeyecektir.
Şeytan, Allah’ın mümin olarak yarattığı bir kulu saptıramaz. Tabii ki müminler hata yapabilirler. Ancak hiçbir zaman Allah’ın rahmetinden umutlarını kesmezler. Şeytanın etkisini fark ettiklerinden hemen Allah’a sığınıp tevbe ederler. Şeytanın saptırma etkisinin kimler üzerinde olacağı Kuran’da şöyle açıklanmıştır:
Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (Şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)
Ahireti unutturmayı başardığı insanları yaşamları boyunca gelecek endişesi içinde yaşatmaya çalışır. Bu şekilde yaşayan insanlar herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğundan habersiz, Allah’ın kendileri hakkında bir iyilik dilediğinde kimsenin buna engel olamayacağından ise tümüyle gafildirler. İçinde bulundukları gaflet onları Allah’a karşı her türlü suçu işlemeye iter:
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi’nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)
Üstelik şeytanın en önemli taktiği tüm bunları yaparken insanlara sinsice yaklaşmasıdır. Allah Kuran’da şeytan için, “’Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran’ vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar);” (Nas Suresi, 4-5)şeklinde bildirmiştir. Ayette de açıkça bildirildiği gibi insanlara sinsice yaklaşan şeytan onları boş ve amaçsız işlerle oyalarken, yaptıkları kötülükleri de kendilerine çekici ve süslü gösterir:
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 43)
Şeytan tüm insanlık tarihi boyunca yaşayan herkese farklı yönlerden yaklaşmıştır. Örneğin, dinden uzak yaşayan bir kimsenin, daha da uzaklaşmasını sağlayacak yöntemler kullanarak, onu tamamen dünya hayatına yöneltir, Allah’a karşı hesap vereceği günü unutturur ve böylece ömür boyu dinden uzak tutar.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\susler.jpg
Allah’a teslim olmuş, sabah akşam O’nu zikreden, yeryüzündeki her olayın Allah’ın kontrolünde olduğunu bilen ve ihlasla Rabbimiz’e yönelen müminler şeytanın etkilerine karşı güçlüdürler. Bunu bilen şeytan insana özellikle Allah’ı unutturmaya çalışır. Ve Allah’tan korkup sakınmayanlar üzerinde de kesin bir etkisi olur:
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19)
Şeytan zannedildiği gibi, zaman zaman ortaya çıkan bir varlık değildir. Onun sinsi mücadelesi siz nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın, yaşadığınız müddetçe devam eder. Şeytanın varlığını unutan bir insan, onun telkinlerinin kendi kafasından geçen düşünceler olduğunu zannedebilir. İçinde sürekli isyanı ve kötülüğü fısıldayan sesin, şeytana ait olduğunu kavrayamayabilir. Ancak Allah’ın salih kulları, bu sesin, şeytana mı yoksa kendi vicdanlarına mı ait olduğunu kolaylıkla teşhis edebilecek bir akla ve anlayışa sahiptirler. Allah şeytanın vesveselerinden ve sinsi fısıltılarından korunmanın yolunu onlara şöyle bildirmiştir:
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)
Şeytanın insanlar üzerinde etkili olabilmek için kullandığı ve sıklıkla başvurduğu yöntemlerden biri başta da bahsettiğimiz ‘unutturma’dır. Bu yüzden şeytan insana, Allah’a karşı sorumlu olduğu her konuyu unutturmak için çabalar. Allah’ın her yanımızdan sarıp kuşattığını, kadere tabi olduğumuzu, öleceğimizi, Allah’a hesap vereceğimizi unutturarak yapacağımız hayırları engellemek ister.
İnananlar ise, “Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah’a sığın…” (Fussilet Suresi, 36) ayetinde emredildiği gibi şeytana karşı her an teyakkuzdadırlar, onun sesine kulak vermez ve Allah’a sığınırlar. Çünkü bilirler ki, eğer kışkırtmalarından Allah’a sığınıp şeytanın yolu kapatılmazsa, insan onun her telkinine açık hale gelebilir. Böylece şeytan kendisine uyanların dostu olur ve kişiyi Allah’tan, O’nun zikrinden tamamıyla uzaklaştırır:
Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur. (Zuhruf Suresi, 36)
Dünya hayatı sona erdiğinde şeytanın kendisine uyanları nasıl yüzüstü bırakacağı, onları nasıl aldattığını açıklayacağı Kuran’da bildirilmiştir:
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: “Doğrusu, Allah, size gerçek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır.” (İbrahim Suresi, 22)
Ve şüphesiz kaypak karakterli şeytana uyanlar hesap günü nasıl bir yanılgı içinde yaşadıklarını anlayacaklardır. Dünyadaki yaşamları boyunca Allah’ı unutup, O’nun gösterdiği doğru yola uymadıkları için büyük bir pişmanlık içine düşeceklerdir. Ama artık iş işten geçmiştir ve şeytan onları yapayalnız bırakmıştır:
O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: “Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım,” “Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim.” “Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kuran’dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı ‘yapayalnız ve yardımsız” bırakandır.” (Furkan Suresi, 27-29)
AHİRETİN VE HESAP GÜNÜNÜN VARLIĞINI UNUTMAK
Dünya üzerinde iyi insanlar, kötü insanlar, dürüst kişiler, yalancı kişiler, Allah’tan korkup sakınanlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar hep birarada yaşamlarını sürdürürler. Kimi insan Allah’ın hükümlerine kesin olarak itaat ederken, kimi başkaldırır, kimi ise bir kısmını uygulayıp bir kısmını göz ardı eder. Elbette bu insanların karşılaşacakları son da birbirinden tamamen farklı olacaktır. Allah sonsuz adaleti gereği sayılan tüm bu insanlara hak ettikleri karşılığı verecektir. Bu kesin vaat Kuran’da şöyle haber verilir:
Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez. (Casiye Suresi, 21-22)
İşte Allah’ın insanlara hak ettikleri karşılığı vereceği yer ahirettir. Bu APAÇIK bir gerçektir. Allah her olayı duyan gören, yapılan her iyiliği ve her kötülüğü bilendir. Öyleyse Allah’ın sonsuz adaletinin tecelli edeceği iyi veya kötü yapılan her tavrın karşılığının alınacağı ahiretin varlığını anlamazlıktan gelmeyin. Ayrıca unutmayın ki, bu gerçeği görmezden gelmek, “ölünce toprak olacağız” demek insanın din gününde tekrar yaratılmasını ve hesaba çekilmesini engellemeyecektir.
http://hem.passagen.se/mataruge/Carakovo/mezar-Redzic-sade.jpg
Belki insan dünya hayatında kendisini kandırabilir. Ahiret gerçeğini görmezden gelerek, kendince dünyanın tadını çıkarmaya çalışabilir. Belki kendi kendine söylediği yalanlarla vicdanının sesini bastırabilir. Ama bu, o kişinin Allah Katı’nda belli olan vakti dolduğunda ölmesini ve yine Allah Katı’nda belirlenmiş olan bir zamanda tekrar diriltilmesini engellemez. Anlamak istese de, istemese de mutlaka her insan din gününde diriltilecek, Allah’ın karşısında durup hesap verecek, sonra yaptıklarının karşılığını almak için kazandığı ebedi yurda sevk edilecektir. O gün bu apaçık gerçeği görmezden gelenlerin, kendilerini kandırarak dünya hayatı ile tatmin olmaya çalışanların sevkedilecekleri yer cehennemdir. Ve bu yaptıkları vicdansız tavır nedeniyle cehennemi hak eden insanlar sonsuza kadar oradan çıkamayacaklardır .
Allah Kuran’da bize ahiretin varlığını anlamazlıktan gelen, yeniden dirilişi inkar eden insanların içinde bulundukları ruh halini, söyledikleri sözleri, düşüncelerini haber verir. Ve buna karşılık uğrayacakları sonu da bildirir:
Allah, kimi hidayete erdirirse, işte o, hidayet bulmuştur, kimi saptırırsa onlar için O’nun dışında asla veliler bulamazsın. Kıyamet günü, Biz onları yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri cehennemdir; ateşi sükun buldukça, çılgın alevini onlara arttırırız. Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkar etmelerine ve: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” demelerine karşılık cezalarıdır. (İsra Suresi, 97-98)
Ayette haber verilen sorunun cevabı aslında son derece açıktır: İçinde yaşadığımız evren Allah’ın muhteşem yaratma sanatının delilleriyle doludur. Kuşkusuz bu mucizevi yaratılışın sahibi olan, herşeyi yoktan var eden Allah dilediği anda benzerlerini de yaratmaya kadirdir. Nitekim Allah Kuran’da, nasıl olacak, nasıl yaratılacak, kim yaratacak gibi sorularla apaçık ortada olduğu halde ahiret gerçeğini anlamazlıktan gelmeye çalışan insanlara şöyle seslenmektedir:
Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 99)
İnsanların çoğu, sonsuz bir adaletin tecelli edeceği ahirette, her yaptığının hesabını vereceğini ve karşılığını göreceğini unutarak yaşar..Ahirete inandığını söyler ama ahireti gerçek anlamda düşünmez. Dünya hayatında yaptığı herşeyin orada karşısına çıkacağını anlamazlıktan gelir. Ahireti, hesap gününü, cenneti ve cehennemi Allah’ın Kuran’da bize bildirdiği şekilde değil, kendi olmasını istediği şekilde yorumlayarak kendisini kandırır.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\terazi_(2.jpg
Oysa Allah bize ahiret hayatını da, hesap anını da, kimlerin cennete, kimlerin cehenneme gideceğini de tüm detayları ile bildirmiştir. Herkes din gününde Allah’ın karşısında yapayalnız duracak, dünya hayatı boyunca yaşadığı her anın hesabını verecektir. Hayatı boyunca her an Allah’ın rızasını aramış olan kullar cennete gidecek, orada sonsuza kadar Allah’ın sınırsız nimetleri içinde yaşayacaklardır. Ahireti düşünmeden dünya için yaşayanlar ise cehenneme gidecek ve orada sonsuza kadar azap içinde kalacaklardır.
“Allah nasıl olsa beni affeder” diyenler, “kalbim temiz, benden nice kötü insanlar var” diye iddia edenler, kimseye bir zararlarının dokunmadığını bundan dolayı cennete gideceklerini savunanlar, sadece belirli ibadetleri yaparak kurtulacaklarını sananlar, aslında gerçeği bildikleri halde kendilerini kandırarak doğruları görmezden gelmeye çalışmaktadırlar. Nitekim Allah her ne kadar bahaneler öne sürerek anlamamaya çalışsalar da insanların aslında doğruların farkında olduklarını şöyle bildirmiştir:
O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbi’nin Katı’dır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 12-15)
Allah’ın ayette bildirdiği gibi her insan kendine basirettir. Her insan doğruları bilir. Bu sebeple mazeretler ortaya atarak gerçekleri anlamazlıktan gelmeye çalışmak anlamsızdır.
Kendisinden daha kötü insanların olması din gününde hiç kimseyi kurtarmaz, babasının ya da dedesinin dindar olması, bir iki fakire para vermek ya da Allah için hiçbir amel yapmadan “ben müslümanım” demek de insanı kurtaramaz… Diğer insanlar ne yaparsa yapsın, herkes kendi yaptıklarından sorumludur, tek başına Allah’ın karşısında duracak ve yaşadığı her anın hesabını tek başına verecektir. Kendince çok işinin olması, kendi bakış açısına göre iyi olması, “ekmek parası kazanmak”, çocuklarına bakmak zorunluluğu taşıması, kendince faydalı bir mesleğe sahip olması, veya yine kendi bakış açısına göre yaptığı işlerin Allah için yapılacak ibadetlerden daha önemli olması da kişiyi kurtarmaz. Çünkü neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin insana ahireti kazandıracağı ya da neyin kaybettireceği Kuran’da yazılıdır.
Kuran dışı ölçüleri alarak cennete gideceğini savunanlar, dini yaşamak için yaşlanmayı bekleyerek vakit kaybedenler, ortaya sundukları bahanelerle hem kendilerini kandırıp hem de diğer insanları aldatmaya çalışanlar, unutmamalıdırlar ki burada öne sürdükleri mazeretler ahirette onları kurtarmaya yetmeyecektir.
Burada anlattıkları yalanlar Rahman olan Allah’ın huzurunda hiçbir işe yaramayacak, hatta bu insanların din gününde konuşmalarına dahi izin verilmeyecektir. O gün gerçekleri görmezden gelerek Allah’ın sınırlarını korumayan, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen insanlar pişmanlıklarını şu şekilde ifade edeceklerdir:
O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: “Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim.” Artık o gün hiç kimse (Allah’ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 23-26)
O gün yaşanacaklar, başta da belirttiğimiz gibi, herşeyi bilen ve gören Allah’ın sonsuz adaletinin bir gereğidir. O gün Allah vicdanlarını kullanan kullar ile vicdanın sesini bastırarak gerçekleri görmezden gelen kullarını kesin olarak ayıracaktır. Siz de böyle bir pişmanlık yaşamamak için ahirete hazırlık yapın, burada yaptığınız her hazırlığın karşınıza çıkacağını unutmayın. Ve sakın bu gerçekleri anlamazlıktan gelerek hayatınızı boş ve anlamsız işlerle uğraşarak geçirmeyin.
Bu dünyadaki hayat, ahirete tercih edilmeyecek kadar geçicidir. Deniz kenarına dizilmiş yalılar, süslü bahçelerin içindeki köşkler, denizi yara yara giden sürat motorları, yatlar, birbirinden renkli son model arabalar, gece kulüpleri, eğlence merkezleri, beş yıldızlı oteller, sağlıklı çocuklar, güzel ve itibarlı eşler… Bu sayılan nimetler insanlara son derece çekici gelebilir. İnsan bütün ömrünü bunlara sahip olmaya çalışarak geçirebilir. Ancak insan değil bunların birkaç tanesine, hepsine de sahip olsa Allah Katı’nda belirli olan süresi dolduğunda sahip olduklarını bırakarak ahirete gidecektir.
Ölüm melekleri canınızı almaya geldiklerinde, o ana kadar sahip olmak için bütün gücünüzle uğraştığınız malınızı, mülkünüzü bir daha görmemek üzere bırakarak bu dünyadan ayrılacaksınız. Tekrar dirildiğinizde ise artık bambaşka bir mekanda, ahirette Allah’ın karşısında hesap vereceksiniz. O anda size ne malınızın miktarının, ne kaç çocuk sahibi olduğunuzun, ne makamınızın, ne tahsilinizin sorulmayacağını unutmayın. O gün dünyanın en büyük devlet adamlarından, tarih boyunca yaşamış olan krallara, kraliçelere kadar kimsenin kimseden dünyada maddi anlamda sahip olduklarından dolayı bir üstünlüğü olmayacak, hiçbir yakın dost, bir yakın dostu sormayacak, hatta o günün korkusundan dolayı inkar edenler dünyada sahip olduklarını fidye olarak verip kurtulmak isteyeceklerdir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz.
Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;Kendi eşini ve kardeşini,Ve onu barındıran aşiretini de;Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir:Başın derisini kavurup-soyar.
Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur.
(Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı. (Mearic Suresi, 10-18)
Allah bir ayetinde inkar edenlerin dünyanın tümüne sahip olsalar bile bunu verip, cehennem azabından kurtulmak isteyeceklerini bildirmiştir:
Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azabtan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah’tan kendileri için açığa çıkmıştır. (Zümer Suresi, 47)
Aslında insan vicdanıyla bunu bir an düşünse rahatlıkla doğruyu bulabilir. Örneğin bugün dünya üzerinde yaşayan insanlara sahip oldukları herşeyi vermeleri karşılığında hemen cennete gidecekleri söylense bunu kabul etmeyecek insan çıkmaz.
Herkes tereddütsüz olarak malını, mülkünü, oğlunu, makamını bırakır ve sonsuza kadar kalacağı cennete ulaşmaya çalışır. Aslında insanın sorumluluğu budur. Malını ve canını Allah’a satmak, dünyada gereksiz hırslara kapılmamak, Allah için yaşamak ve sonucunda bir mükafat olarak cennete kavuşmak… Fakat, insanları kandıran bunun hemen olmamasıdır. Geçecek kısacık zaman insanlara uzun gelir. Ve bu nedenle söz konusu kişiler büyük bir akılsızlık yaparak kısacık bir hayatı sonsuza kadar kalacakları cennete tercih ederler.
Bir tarafta 60-70 senelik göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zaman, diğer tarafta bitmeyen bir ömür…
Bir tarafta bitmeyen, eşi benzeri olmayan, güzelliklerle dolu, insanın her istediğinin o anda yaratıldığı bir hayat, diğer tarafta kısa, geçici, eksik neye elinizi atsanız elinizde kalan, gençliğin, güzelliğin, hızla akıp gittiği, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın elde edilen metaların bir türlü insanı tatmin etmediği bir hayat…
Ahiretteki kurtuluş için dünyada gösterilen çabanın ne olması gerektiği Kuran’da bize haber verilmiştir. Hesap günü insanlar, Allah’a olan bağlılıkları, korkuları ve bu korkunun getirdiği güzel ahlakları ile değerlendirilecektir. İnsanların Allah’a içten bağlılıkları onlara fayda sağlayacaktır. Allah Kuran’da ne malların ne de evlatların kendisine yaklaşmak için bir yol olmadığını, ancak iman edip salip amellerde bulunanların cennete gidebileceğini bildirmiştir:
Bizim Katı’mızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
CENNETİN VARLIĞINI UNUTMAK
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu size vaat olunandır; (gönülden Allah’a) yönelip dönen (İslam’ın hükümlerini) koruyan, görmediği halde Rahman’a karşı ‘içi titreyerek korku duyan’ ve ‘içten Allah’a yönelmiş’ bir kalp ile gelen içindir. Ona ‘esenlik ve barış (selam)la’ girin. Bu ebedilik günüdür. (Kaf Suresi, 31-34)
Ayetlerin ifadesiyle “kalınacak yerlerin en hayırlısı” ve “Allah Katındaki asıl varılacak güzel yer” olan cennete layık olanlar, hesap gününde hayatları boyunca tüm yaptıklarının içinde yazılmış bulunduğu amel defterlerini sağ yanlarından alacaklar ve kolay bir hesapla sorguya çekileceklerdir. Bundan sonra da sonsuza dek büyük bir hoşnutluk içinde yaşayacaklardır. Allah inananlara bunu Kuran’da birçok ayetle müjdelemiştir:
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, o, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek, ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 7-9)
Artık kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: “Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım.” Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette. (Hakka Suresi, 19-22)
Böyle bir yaşamı hak eden müminler orada melekler tarafından ”Selam üzerinize olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin” (Zümer Suresi, 73) denilerek karşılanacaklardır. Bundan sonra bölük bölük sevk edilerek, esenlik, güvenlik ve selamla cennete gireceklerdir. Bu durum ayetlerde şöyle haber verilir:
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargah ve ne güzel bir konaklama yeridir. (Furkan Suresi, 75-76)
Unutmayın ki, ancak kesin bir bilgiyle ahirete iman eden, hesap günü nedeniyle Rabbimiz’den korkarak salih amellerde bulunan bir kişiyseniz, böyle bir karşılamayı hak edebilir ve parıltılı bir aydınlık ve sevinç yurdu olan cennetle ödüllendirilmeyi umabilirsiniz. Allah cennettekilerin sözlerini bize şöyle bildirmiştir:
“Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz’den korkuyoruz.” Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi, 10-11)
Cennet deyince insanların birçoğunun aklına uçsuz bucaksız bir yeşillik, ırmaklar kısacası yalnızca doğal güzellikler gelir. Fakat cennetin aslı -size bugüne kadar öğretildiği gibi- bunlarla sınırlı değildir. Cennet, Allah’ın Kendisi’ne iman edenler için hazırladığı, sonsuz güzelliklerin, insanın dileyip de arzu edebileceği herşeyin ve hatta çok daha üstün nimetlerin bulunduğu bir mekandır.
Dünyada gördüklerimizle cenneti hayal ederiz ama Allah’ın müminler için hazırladığı nimetleri tam olarak kavramak için bunlar yeterli değildir. Cennetin aslını ancak onunla karşılaşınca kesin olarak anlayabiliriz. Nitekim bir ayette bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:
Artık hiçbir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez. (Secde Suresi, 17)
Dünyada maddi ve manevi hoşunuza giden ne varsa en güzeli ve kusursuzu oradadır. Cennet, büyük mülk ve zenginliklerle dolu, her türlü güzelliğin ve nimetin hep birarada bulunduğu bir yerdir. İnsanın arzu ettiği ve görmek isteyip de zevk alacağı herşeyin bulunduğu cennette, insanların dünyadayken hayal dahi edemeyecekleri güzellik ve nimetler müminlere sunulmuştur. Allah bir ayetinde cennetle ilgili olarak şöyle haber vermektedir:
Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. (İnsan Suresi, 20)
Cennette müminlere zevk olarak birçok güzel yiyecek ve içecek sunulur (Mürselat Suresi, 43). Allah, cennetteki müminlere “istek duyup arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol” (Tur Suresi, 22), ayrıca canlarının çektiği kuş etinden (Vakıa Suresi, 21) de sunacaktır. Üstelik rızıkların bitip tükenmesi de olmayacaktır (Sad Suresi, 54). Kuran’da altından ırmaklar akan, yemişleri ve gölgelikleri sürekli olan (Rad Suresi, 35) cennetteki yemyeşil bahçelerde (Rahman Suresi, 64), dalları devşirmesi kolay meyvelerle yüklü (İnsan Suresi, 14), üstüste dizilmiş eşsiz meyveleri sarkmış ağaçlar tarif edilmiştir (Vakıa Suresi, 28-29). Allah’ın cennetle ilgili ayetlerde en çok bahsettiği doğal güzelliklerden biri de durmaksızın akan sular ve pınarlardır. (Rahman Suresi, 66)
Ayrıca içinde bozulmayan sudan, tadı değişmeyen sütten ve süzme baldan içenlere lezzet veren ırmaklar bulunacaktır (Muhammed Suresi, 15). Cennetteki nimet ve güzelliklerin bir kısmı dünyadakini andırırken bir kısmı ise daha önce hiçbir insanın görüp bilmediği “çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere” sahip olacaktır. (Rahman Suresi, 48) Hayal gücümüzün çok ötesinde, Allah’ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve nimet cennette müminleri beklemektedir. Çünkü Allah orada her dilediklerinin onların olacağını müjdelemektedir. (Şura Suresi, 22)
Cennetteki müminler çok güzel meskenlerde yaşayacaklar (Tevbe Suresi, 72), bu meskenlerde özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerinde yaslanarak oturacaklardır. (Vakıa Suresi, 15-16) Cennette müminlere müjdelenen diğer nimetlerden bir kısmı da şöyledir:
Çevrelerinde gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır. (İnsan Suresi, 15)
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. (İnsan Suresi, 12)
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir… (İnsan Suresi, 21)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\JAPAN DIGITAL LANDSCAPE\Japan Digital Landscape (7).jpg
Elbette dünyada da insan için en büyük nimetlerden biri sevdiği, zevk aldığı insanlarla beraber olabilmektir. Müminler Allah’a içten bağlı, takva sahibi kardeşleriyle beraber olmaktan büyük bir zevk alırlar. Bu fıtratla yaratılan müminler için cennette de sevdikleri bu insanlarla birlikte yaşayabilecek olmaları son derece büyük bir şevk kaynağıdır. Üstelik bu birliktelik yıllarla sınırlı değil, sonsuz bir birliktelik olacaktır. Nitekim Allah salih kullarının cennette de sevdikleri insanlarla birlikte olabileceklerini şöyle müjdelemiştir:
Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından ‘salih davranışlarda’ bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) “Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.” (Rad Suresi, 23-24)
Allah müminlere, cennette nefislerinin arzuladığı şekilde eşler de verecektir. Bu, Kuran’da ”orada onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır…” (Nisa Suresi, 57) ayeti ile bildirilmektedir. Cennetteki eşler, ”Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.” (Vakıa Suresi, 35) ayetinde bildirildiği gibi, dünya hayatının eksikliklerinden arınmış bir halde yepyeni bir yaratılışla yaratılacaktır. Allah müminlerin ve eşlerinin gölgeliklerde ve tahtlar üzerinde yaslanmış olarak ”sevinç ve mutluluk dolu bir meşguliyet” içinde olduklarını bildirmektedir (Yasin Suresi, 55-56).
Cennetteki kullarını nimet üstüne nimetle ağırlayan Allah, herşeyi insanın en zevk alacağı şekilde yaratmıştır. Orada Allah müminlerin her dilediklerini yaratarak onları ödüllendirmektedir.“Orada diledikleri herşey onlarındır. Katımız’da daha fazlası da var.” (Kaf Suresi, 35) ayetiyle insanın isteyebileceğinden, hayal edebileceğinden fazlasını cennette vereceğini de bildirmektedir.
Allah cennetini özletmek ve insanların Allah’ın rızasına göre yaşamasını sağlamak için dünyayı eksikliklerle dolu yaratmıştır. Cennete göre nimetleri az olan bu dünyanın en önemli eksikliklerinden biri de, herşeyin bir sonunun olmasıdır. Ayrıca inkarcılara Allah’ın verdiği bir bela daha vardır ki, dünyaya bağlanıp ahireti unutmaları dolayısıyla, buradaki en güzel şeylerden dahi bir süre sonra artık bıkarak zevk alamaz hale gelirler. Oysaki cennet, güzelliklerle dolu olan, bıkmadan ve yorulmadan tüm bu nimetlerin her birinden en fazla lezzetin alınacağı bir mekandır. Müminlere aynı dünyada olduğu gibi, cennette de bir bıkkınlık dokunmayacak ve üstelik hiçbir yorgunluk da kesinlikle hissetmeyeceklerdir. (Fatır Suresi, 35)
Ancak unutmayın ki, cennetteki bütün nimetlerin de üstünde, en büyük güzellik, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış olmaktır. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış olmak, hiçbir maddi güzellikle kıyaslanamayacak bir mutluluk ve huzurdur müminler için… Kuran’da da bildirildiği gibi ”… Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür…” (Tevbe Suresi, 72)
Cennetteki tüm mükafatlar, Allah’ın hoşnutluğu neticesinde verildikleri için çok değerlidirler. Allah, cennete layık gördüğü kişinin yaşamı boyunca yaptığı işlerden hoşnut olmuş, hatalarını bağışlamış ve kendisini sonsuz olan asıl yaşamında, hoşnut olacağı en güzel mekana koymuştur. Allah iman edenleri Kuran’da şöyle müjdelemektedir:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
İşte Allah’ı hoşnut edenlere vaad edilen cennet budur. Bu güzel sonuca yani cennete yalnızca dünyanın imtihan yeri olarak yaratıldığını bilen, Allah’ın uyarılarını dinleyen, vicdanına uyan, yalnız Allah’ın rızasına göre hareket edenlerin ulaşacaklarını asla unutmayın.
CEHENNEMİN VARLIĞINI UNUTMAK
İnsanların çoğu, ahiretin varlığını kabul ettikleri halde cehennemin nasıl bir yer olduğunu düşünmek istemezler. Çünkü insan orada görülecek olan şiddetli azabı düşündüğü zaman, korkup sakınması ve hayatını Allah’ın emirlerine göre düzenlemesi gerektiğini bilir, aksini uyguladığında ise vicdanı rahatsız olur. Bu vicdan azabından kurtulmak için cehennemin varlığını göz ardı eder. Cehennemden sadece fıkralarda ve esprilerde söz ederler. Ciddiyetle söz eden olursa da, “ağzından yel alsın”, “kapatalım bu konuyu” diyerek, başka konuya geçerler.
Ancak cehennem, varlığı unutulsa da hatırlansa da, gerçektir ve her şeyden önce Allah’ın sonsuz adaletinin tecelli ettiği bir mekandır. Elbette dünya hayatı boyunca Allah için yaşayan kullar ile, şeytana uyan, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, Allah’ın hükümlerini göz ardı eden zalimler ahirette aynı karşılığı almayacaklardır. Allah salih kullarını yaptıklarına karşılık olarak içinde ebedi olarak kalacakları cennet ile ödüllendirirken, inkar edenleri sonsuza kadar cehennemde cezalandıracaktır.www.olumkiyametcehennem.com
Allah elbette sonsuz merhamet sahibidir; ama Allah’ı sadece Rahim ve Gaffar (bağışlaması çok olan) isimleri ile düşünmek O’nu gereği gibi takdir edememek olur. Çünkü Allah aynı zamanda Kahhar (kahredici)dır, Muntakim (intikam sahibi)dir. Cehennem ise O’nun inkarcıları cezalandırmak için bu sıfatlarıyla tecelli edeceği bir mekandır. Yani insanlar unutmaya çalışsalar da cehennem vardır. Ve tüm inkarcıları, Allah’ın yolundan başka yol arayanları içinde sonsuza kadar barındıracaktır.
Kilitlenmiş kapıların ardında yaşanacak cehennem azabı, dünyada asla tahmin edilemeyecek bir azaptır. Kuran’da bize tarif edildiğine göre, cehennem; dar, gürültülü, karanlık ve dumanlı bir mekandır. İnsanın hücrelerini kavuran sıcaklığı, iğrenç yiyecek ve içecekleri ile azabın en ince ayrıntılarıyla sergilendiği son bir varış yeridir. Cehennemde her anın çok yönlü işkencelerle dolu olduğu bir hayat söz konusudur. Cehennem ehlinin gözü, en dehşet verici ve iğrenç görüntüleri görecek; kulağı korkunç ve acı verici sesler, uğultular, gürültüler, çığlıklar, inlemeler, haykırışlar duyacak; burnu olabilecek en pis ve tiksinti verici kokularla dolacak; dili en iğrenç tatları, en dayanılmaz acıları hissedecek bununla birlikte tüm bedeni yanıp-kavrulacaktır.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\AYET\cehnnm.bmp
Cehennem ehlinin yüzlerini ateş bürüyecek, başları üzerinden kaynar sular dökülecek, alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacaktır. Ve bu azapların tamamı hiçbir kesinti ve hafifleme olmadan sonsuza dek sürecektir.
Alevli ateş insanları her yandan sarıp kuşatacaktır. Allah, cehennemdekiler için ateşten elbiseler biçildiğini (Hac Suresi, 19), giyimlerinin katrandan olduğunu (İbrahim Suresi, 50) ifade ederek, onların azapla ne kadar içiçe olduklarını haber verir. Yanan derilerinin yerine yenileri yaratılır (Nisa Suresi, 56) ki; böylece ateşin verdiği acı hiç hafiflemeden devam eder. Bu haldeyken, zincirlere vurulur, tasmalandırılır, elleri boyunlarına bağlı olarak ateşin en dar ve sıkışık yerine atılırlar. (Furkan Suresi, 13) Ateşten yataklara yatırılırlar, üzerlerine örttükleri örtüler bile ateştendir.
Bu azaptan kurtulabilmek için sürekli feryat ederler, yalvarırlar, ama kendilerine cevap bile verilmez. En azından, bir günlük de olsa azabın hafifletilmesini isterler, ama yine aşağılanma ve azapla karşılık görürler.
Korkunç bir homurtuyla kaynayıp feveran eden cehennem ateşinin uğultusu çok uzaklardan bile işitilecek kadar şiddetlidir. Cehennem ehli, cehennemde ”cayır cayır yanmakta olan” (Mearic Suresi, 15), “öfkeli, alevleri kabardıkça kabaran” (Leyl Suresi, 14) ateşin içine atılırlar ve çığlık çığlığa yanarlar.
Parmağınızın ucu yandığında bile yoğun bir acı hissettiğinizi hatırlayın. Ve alevli azabın böylesine şiddetli olduğu bir yere gitme ihtimalini doğuracak en küçük bir hareketten kaçınmanız gerektiğini bir an bile olsa sakın unutmayın.

AMAÇSIZ YAŞAMLAR

AMAÇSIZ YAŞAMLAR
Gaflet hali, kişinin, Allah’ın ve ahiretin varlığından habersiz olması ya da haberi olduğu halde bu bilginin gerektirdiği bilinç ve sorumluluğu, davranış şeklini göstermeyerek, kayıtsız ve umursuz bir tutum içinde bulunmasıdır. Gaflet hali kimi zaman iman eden bir kimse için kısa süreli, geçici bir unutkanlık ya da dalgınlık şeklinde olabildiği gibi kimi zaman da Allah’a iman etmeyen ya da O’na ortak koşanlarda olduğu gibi tüm yaşamlarını ve yaşamlarının her ayrıntısını kaplayacak derecede derin olabilir.
disco-04
Dünya üzerinde pek çok insan, yaratılış amacını düşünmeden, nefsinin arzularıyla oyalanıp boş ve yararsız işlerle uğraşarak şuursuzca yaşamını sürdürür. “Gününü gün etme” mantığıyla, sadece dünyadaki nimetlerin en iyisine ve en fazlasına sahip olmayı hedefler. Onun için önemli olan, “dünyaya bir daha mı geleceğiz” düşüncesiyle bu zamanı en iyi şekilde değerlendirmektir. Bu yüzden de yaşadığı zaman dilimine sadece, kendince en fazla zevki ve eğlenceyi sığdırmaya çalışır. Öleceğini bilir, ancak öldükten sonra kendisini bekleyen ebedi azaptan habersizdir ya da Allah’ın üstün gücünü kavrayamadığı için bu azabın şiddetini düşünmez. Oysa bu azabın şiddeti Kuran’ın pek çok ayetinde tarif edilmektedir. (Detaylı bilgi için bakınız, Harun Yahya, Ölüm-Kıyamet-Cehennem, Kültür Yayıncılık) Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
…O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Artık o gün hiç kimse (Allah’ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler.
Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk Suresi, 7-8)
… Çılgın ateş olarak cehennem yeter. Ayetlerimize karşı inkara sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 55-56)
Bu ruh halindeki insanların çoğu Allah’ın varlığını bilir, ancak O’na kesin bir bilgiyle iman etmez, teslim olmazlar. Bu nedenle de hayatlarındaki her zorlu ve sıkıntılı olayda, tevekkülsüzlüklerinden dolayı derin bir acı ve üzüntü duyarlar. En küçük sıkıntıların bile, hayatlarını alt üst etmeye yettiği bu kimseler toplumda karamsar, mutsuz ve bunalım içindeki insan tiplerini oluştururlar.
Oldukça boş ve yararsız işlerle geçirdikleri uzun zamanları “yoğunluk”, “meşguliyet” olarak nitelendirirler. Bu “boş yoğunlukları” nedeniyle de kendilerini önemli ve yeterli hissederler. Oysa bu yoğunluk, gaflet içindeki insanın şuursuzluğunu körükleyen boş bir oyalanmadan başka bir şey değildir. İnkar edenlerin boş oyalanmaları ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:
O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3)
Gaflet, Allah’ı ve ahiret gününü unutmuş insanları çepeçevre sarmış sinsi bir hastalık gibidir. Bu, insanın zihnini uyuşturan, aklını örten bir hastalıktır.
Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz. Akılları örtüldüğü için, görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir.  Tüm zamanlarını nefislerinin sınırsız isteklerini tatmin etmek için sarf eden bu kişiler, istek ve tutkularını, tüm benliklerini adadıkları birer ilah edinmişlerdir. Onların durumu Kuran’da şöyle bildirilir:
Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 43-44)
Kayıtsız ve umursuz bu kişinin bir özelliği de gerçeklerden uzaklaşıp hayal dünyasında yaşamasıdır. Örneğin gençler, sürekli gelecekle ilgili hayaller kurarlar ve zihinlerini yalnızca bununla meşgul ederler. Kurulan hayaller sonucunda da sanki bu hayaller gerçekmiş gibi mutluluk duyarlar. İleriki yaşlarda ise insanlar daha sınırlı hayaller kurarak, daha çok hatıralarıyla zaman geçirir ve bunlarla yaşarlar. Çok kısa bir zaman içinde yakınlarına anlatacak pek çok anı bulabilir ve bunları dile getirirken o anki heyecan veya hüznü adeta yeniden duyarlar.
Görüldüğü gibi bu insanların zihinleri, hayaller ve hatıralarla yoğun bir şekilde meşguldür. Ama asıl düşünülmesi gereken ahiret günü, cennet ve cehennem gibi gerçekleri göz ardı ederler. Bu insanlar ne fikirlerinde ne de kalplerinde Allah ile bağlantı halinde değildirler. Gafil insan, gerçekleri, hayaller ve hatıralar arasında yalnızca istenmeyen, puslu ve karanlık bir kare olarak algılar ve gerçekler bir an aklına geldiğinde bunları düşünmekten vazgeçip hemen kendince toz pembe düşlerine geri döner.
Gaflet, gözleri bozuk olan bir insanın, nesneleri ve insanları yalnızca puslu ya da karmaşık şekillerden ibaret görmesi gibidir. Bu durumdaki insan, gördükleri hakkında detaylı bir bilgiye sahip olamaz. Ancak gözlük taktığında, görüntü netleşir ve herşeyi en ince ayrıntısına kadar görebilir. Artık görüntüdeki netlik sayesinde, gözlükler olmadığında ne kadar az gördüğünün, hatta göremediğinin tam olarak farkına varacaktır.
Sorumsuz ve amaçsız yaşayan bu insan için de benzer -ancak çok daha ciddi ve önemli- bir algı eksikliği söz konusudur. Bu insanın Allah’ın varlığını, üstün izzet ve şerefini gereği gibi takdir edebilmesi mümkün değildir. Ancak samimi bir şekilde kalben Allah’a yöneldiği, dua ettiği, tefekkür ettiği ve Allah’ın sınırlarına riayet ettiği zaman içinde bulunduğu gafletin boyutlarının farkına varacaktır. Bunun sonucunda ise, gafletin neden olduğu kavrama bozukluğu Allah’ın izniyle kalkacak, gerçekleri açık ve net bir biçimde görüp kavrayacaktır.

ACİZLİKLER NEDEN VARDIR?

ACİZLİKLER NEDEN VARDIR?
Allah insanı en mükemmel şekilde yaratmış, onu pek çok üstün özellikler ile donatmıştır. Yaratılmış olan tüm varlıklar içerisinde düşünme, karar verme, akletme, düşündüğü şeyi uygulayabilme, plan kurma, sonuç çıkarma gibi zihinsel fonksiyonlarıyla insanın üstünlüğü tartışmasız bir gerçektir.
Peki hiç düşündünüz mü, tüm bu üstünlüklerin aksine insan neden son derece korunmaya muhtaç bir bedene sahiptir? Neden ancak mikroskopla görülebilecek kadar küçük bakteriler, virüsler bu bedene zarar verebilmektedir? Neden insan yaşamı boyunca sürekli bedenini temizlemek, ona bakım yapmak zorundadır? Ve neden insan bedeni zaman ilerledikçe yıpranmakta, yaşlanmaktadır?
İnsanlar bunları çok “doğal” şeyler sanırlar, oysa bu sayılanların her biri belirli bir amaca göre özellikle yaratılmıştır. İnsanın acizliğine ait her detay Allah tarafından özel olarak var edilmiştir. Nisa Suresi’nin 28. ayetinde bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir:
“…İnsan zayıf olarak yaratılmıştır”. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır ki, bir kul olarak Yaratıcı’sına karşı olan acizliğini anlayabilsin ve dünyanın geçici bir mekan olduğunu fark edebilsin.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\HAKİKATLER\fetus.jpg
İnsan ne zaman nerede doğacağını, hangi vakitte, ne şekilde öleceğini belirleyemez. Dahası, yaşadığı hayattan ne kadar memnun olursa olsun, o hayatı olumsuz yönde etkileyecek unsurlar üzerinde hiçbir kontrol mekanizmasına sahip değildir.
Evet insan bedeni, her yönüyle korunmaya ve kollanmaya muhtaçtır. Dünya şartlarında başına ne zaman ne geleceği belli değildir. Yaşadığı yer ister dünyanın en gelişmiş şehri olsun, ister en yakın medeniyete kilometrelerce uzaklıkta, elektrikten, sudan mahrum bir dağ köyü olsun; kişi, hayatının hiç beklemediği bir anında bir tehlike ile karşılaşabilir. Ölümcül bir hastalığa yakalanabilir, sakatlanabilir. Karşılaştığı olay, hiç kaybetmeyeceğini sandığı bedensel gücünü, güzelliğini ya da övündüğü fiziksel bir özelliğini alıp götürebilir. Bu konuda yaşadığı yer gibi kişinin kim olduğu da bir istisna yaratmaz; dağ başında sürülerini otlatan bir çoban ya da bütün dünyanın tanıdığı bir yıldız olsa da, söz konusu olaylardan herhangi biri hayatını hiç tahmin edemeyeceği yönde değiştirebilir.
Ortalama 70-80 kiloluk bir “et ve kemik yığını” olan beden, ince bir deri ile kaplanmıştır. Elbette bu narin deri, kolaylıkla çizilir, yırtılır ve en ufak bir darbede morarır. Güneş altında çok uzun bir süre kalmaya dayanamaz. Belli bir limit aşılırsa deri, önce kızarır, sonra şişer ve su toplar. Kısacası sıcak bir havaya maruz kalan insan kendisini mutlaka koruma altına almak zorundadır.
Allah insanları en güzel surette ve en mükemmel sistemlerle yaratmıştır. Ancak dünyanın geçiciliğini göstermek ve hırslara kapılmalarını engellemek için, bedeni et ve yağ gibi çok çabuk bozulabilen maddelerden oluşturmuştur. Eğer insanın farklı maddelerden oluşturulmuş, zırh sağlamlığında bir bedeni olsaydı, o zaman hiçbir virüs ya da mikrop, soğuk ya da herhangi bir kaza bu zırhı delip geçmeye, zarar vermeye güç yetiremezdi. Oysa et ve yağ açıkta bırakıldığında birkaç saat içinde kokuşan, bozulan maddelerdir. İşte, insanın en büyük acizliklerinden biri, “malzeme”sinin bu denli çürük olmasıdır.
İnsan, Allah’tan bir hatırlatma olarak bedeninin acizliğini sık sık hisseder. Örneğin, soğuk havanın etkisi insan vücudunun acizliğini bütün gerçekliği ile ortaya koyan bir etkendir. Soğuk hava insanın fizyolojik savunmasını yavaş yavaş felç eder.
Vücudun sürekli ayar yaparak koruduğu sabit sıcaklığının (37 oC) ne kadar önemli olduğu böyle bir durumda hemen anlaşılır.  Çok soğuk bir havada bedenin yavaş yavaş çöküşü gözlenebilir. Başlangıçta kalp ritmi hızlanır, damarlar büzülür ve atardamar basıncı yükselir. Vücut kendisini ısıtmak için titremeye başlar. Vücut sıcaklığı 35 dereceye düştüğünde artık tehlikeli bir durum başgöstermiştir.
Kalp ritmi yavaşlamaya başlar, tansiyon düşer, kol ve bacaklarda, en çok da parmaklarda damarlar büzülmeye başlar. Vücut sıcaklığı 35 dereceye düşen bir kişide bilinç bulanıklığı, yönelim bozukluğu, uyku eğilimi ve dikkat dağınıklığı ortaya çıkar. Zihinsel işlemlerde aksama oluşur. Burada kuşkusuz en önemli nokta vücut sıcaklığının sadece 1.5 derece düşmesiyle bile, böylesine önemli sonuçların ortaya çıkmasıdır. Soğukta daha fazla kalındığında ve vücut sıcaklığı 33 derecenin altına düştüğünde ise bellek ve bilinç kaybı yaşanır. 24 dereceye düştüğünde solunum, 20 dereceye düştüğünde beyin, 19 dereceye düştüğünde ise kalp durur ve insan için kaçınılmaz olan ölüm gerçekleşir.
Yukarıdaki sadece tek bir örnektir. İnsanın bu dünyada ne yaparsa yapsın gerçek bir tatmine ulaşamayacağını, çünkü sahip olduğu acizliklerin buna engel olacağını farkedebilmesi önemlidir. Bunu farkeden insanın da gerçek yurt olan cennete yönelmesi, bu dünyaya körü körüne bağlanmaması gerekir. Zira insana vadedilen sonsuz bir cennet hayatı vardır. Cennet, hiçbir eksikliğin, kusurun, fiziki acizliğin bulunmadığı bir yerdir. Orada insan, nefsinin arzuladığı herşeye sahip olacak, yorgunluk, açlık, susuzluk, yaşlanma, hastalanma vs. gibi fiziki eksikliklerden ise tamamen uzak olacaktır.
İnsanın kendi acizliğini kabullenmesi,  Yaratıcı’sının üstünlüğünü, yüceliğini kavrayabilmesine ve O’na muhtaç olduğunu anlayabilmesine yardımcı olur. Nitekim Kuran’da insanların Allah’a muhtaç oldukları şöyle bildirilmiştir:
Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır.(Fatır Suresi, 15)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\yen insan\ins\42-17323270.jpg
Allah dilemedikçe dileyemeyen, kendi başına hiçbir şeye güç yetiremeyen insanın,  kendine ait kararları alıp, hayata geçiremeyeceği de çok açıktır.  Bunun şuurunda olan insanın yapması gereken, kendisinin yalnızca Allah’a ait bir kul olduğunu ve O’na döndürüleceğini bilerek hayatını bu gerçeğe göre yaşamasıdır. Allah, bu gerçeğe göre yaşayan insanları bağışlanma ve rahmetle müjdelemektedir;
Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.”Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 156-157)

DÜNYA HAYATI KISADIR

DÜNYA HAYATI KISADIR

Günümüzde ortalama 60 yıl olan insan ömrünün, doğum anından itibaren her safhası birçok acizlik içermektedir. Bu sürenin yaklaşık 15 yılının uykuda geçirilmesi, yemek hazırlayıp yemek ve temizlik gibi işlere ayrılan süreler, trafikte harcanan saatler, geçirilen hastalıklar dünya hayatının ne denli zahmetli olduğunun, ayrıca sonsuz ahiret hayatı yanında da ne kadar kısa süreli ve değersiz olduğunun göstergelerinden yalnızca birkaçıdır. Kuran’da inananlara vaad edilen cennetin özellikleri bildirilirken cennet ehlinin tüm bu acizliklerden uzak bir yaşam süreceği haber verilmektedir. Bu nedenle dünya hayatının yaratılmış olmasının hikmetlerinden biri, müminlerin ahirete duydukları özlemin her an daha da artmasına vesile olmasıdır.
DÜNYA HAYATI GERÇEKTE GÖZ AÇIP KAPAMA SÜRESİ KADAR KISADIR
Samimi olarak düşünüldüğünde insanın ne kadar aciz olduğu, dünya hayatının aslında ne kadar kısa olduğu ve ne kadar “zaruri” işlerle geçirildiği ortadadır. Bu hayattan, zaruri işlere harcanan tüm zamanları çıkardığımızda; bir insanın güzel vakit geçirebildiği, isteklerini yapabildiği, “dünyada istediğim gibi yaşıyorum” diyebildiği anlar son derece azdır. Geriye dönüp baktığında, sadece beslenmeye, giyinmeye, temizlenmeye, uyumaya ve daha iyi şartlarda yaşamak için çalışmaya harcadığı yılları kapsayan çok uzun bir zaman dilimi ile karşı karşıya kalır.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\AYET\dünya hayatı.jpg
Ancak her nedense birçok insan, hayatının dörtte birini algıya dair hiçbir fonksiyonlarını yerine getiremez bir durumda, adeta “ölü” gibi geçirdikleri halde, bunun anlamını pek düşünmezler. Uykuya dalmaları ile birlikte dünyada kendileri için önemli olan ne varsa bir kenara bıraktıklarını hiç akıllarına getirmezler. Oysa insan uykuya daldığı an, o gün içerisinde kazandığı para, girdiği önemli bir sınav, aldığı güzel bir hediye artık onun için hiçbir şey ifade etmez. Bu, bir nevi dünya ile hiçbir bağlantısının kalmaması anlamına gelir.
Peki bu durumu değiştirmenin bir yolu var mıdır? “Ben uyumak istemiyorum” diyen bir insanın çabası boşunadır. Çünkü böyle bir şey mümkün değildir, her insan eninde sonunda uyumak zorundadır.
İnsanın dünyada geçirdiği zamanla ilgili hesaplamalar kuşkusuz düşündürücüdür. Daha önce de belirttiğimiz gibi ortalama 60 yıllık bir ömrün en az 15-20 yılı kesin olarak uykuda geçmektedir. Geriye kalan 40-45 senenin ise ilk 5-10 yılı çocukluktan kaynaklanan kısmi bir şuursuzluk dönemidir. Başka bir deyişle, 60 yıl yaşayan bir insan aslında bu yaşamının yaklaşık olarak yarısını uyku-çocukluk gibi durumlarla “şuursuz” olarak geçirmektedir. Diğer yarısı ile ilgili ise pek çok örnek verilebilir. Çok uzun bir zaman dilimi yemek hazırlayarak ve yiyerek, bedenini ve çevresini temizleyerek, trafikte bir yere ulaşmaya çalışarak geçmektedir. Bu örnekleri daha da arttırabiliriz. Sonuçta ortaya çıkan ise “uzun bir ömür”den geriye doğal ihtiyaçlarını karşılaması dışında belki 3-5 senelik bir vaktin kaldığıdır. Peki bu kadarcık bir zamanın tamamının eğlence ile geçtiğini varsaysak bile bunun sonsuz hayat yanında nasıl bir değeri olabilir?
GEÇİCİ OLAN DÜNYA HAYATINA BAĞLANMAMAK
Bu noktada gerçek iman sahibi insanlar ile iman etmeyen insanlar arasındaki büyük fark ortaya çıkar. İman etmeyen bir insan, hayatının yalnızca bu dünyada yaşadığı yıllardan ibaret olduğunu sanmıştır ve “göz açıp kapayıncaya kadar” geçen dünyanın kendince “tadını çıkarmaya” çalışır, fakat boşuna yorulur. Çünkü bu dünya hem çok kısadır hem de çok sayıda eksiklikle doludur. Dahası, Allah’a güvenip dayanmadığı için, dünyanın bütün sıkıntılarının, endişe ve korkularının etkisinde yaşar.
Gönülden Allah’a bağlı bir mümin ise, tüm hayatını Allah’ın rızasını kazanmak için çalışarak geçirmiş, Allah’a teslim olmanın huzuru sayesinde dünyanın tüm korku ve hüzünlerinden kurtulmuştur. Ve Allah’ın izniyle sonsuz bir mutluluk yurdu olan cenneti kazanmayı ummaktadır. Nitekim insanın dünyada bulunuş amacı, imtihanı gereği yaratılan olaylar karşısında nasıl davranışlarda bulunacağının sınanmasıdır. Yüce Allah güzel davranışlarda bulunanlara dünyada ve ahirette güzellik vaad etmiştir:
(Allah’tan) Sakınanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” dendiğinde, “Hayır” dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (Nahl Suresi, 30-31)
DÜNYA HAYATININ SIRRINI KAVRAYANLAR ALLAH’IN İZNİYLE KURTULUŞA ERENLERDİR
Hayatın kısa olması, ölümlü olmak ve dünyaya bir kere gelmek, her insan için en önemli gerçeklerdendir. Belli bir yaşa kadar insan bu önemli gerçeğin farkına varamamış olabilir, ancak bunu fark ettiği anda tüm yaşamını gözden geçirmesi ve Allah’ın kendisinden istediği şeylere göre yeniden yaşantısını düzenlemesi gerekir. Çünkü hayat kısadır, ama insan ruhu -Allah’ın dilemesiyle- sonsuza kadar yaşayacaktır. Sonsuzun yanında 60-70 senelik hayatın hiçbir kıymeti yoktur. Burada az bir zevk almak için sonsuz hayatı feda etmek ise elbette akılsızlıktır.
Dünyanın geçici bir yurt olduğu ve asıl yurdun ahiret olacağı Allah tarafından tarihin başından bu yana insanlara gönderilen kitaplar ve elçilerle açıklanmıştır. Ahirette sonsuza kadar devam edecek olan cennet ve cehennem hayatı Allah’ın vahyiyle tarif edilmiştir. Buna rağmen birçok insan çok kısa süren bu hayata yönelir ve nefsine fayda sağlamaya çalışır. Halbuki olayları biraz akılcı değerlendirebilen ve gerçekleri düşünen bir insan, dünya hayatının sonsuz hayat yanında ne kadar değersiz olduğunu görüp anlar. Ve ahirette sonsuza kadar sürecek olan hayatını eşşiz nimetlerle dolu cennette geçirmek için çalışır. Bunun tek yolu da ihlasla Allah’a yönelmektir.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\dünya hayatı1.jpg
Kuran’da Allah’a kulluktan kaçınan insanların karşılaşacağı bu son şöyle bildirilmiştir:
Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş (kimseler) değildi. (Yunus Suresi, 45)
Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi. Onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışlardır. (Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı? (Ahkaf Suresi, 35)